Derneğimizin Kurucu Başkanı
Av. Mustafa Aydın(94) ile Röportaj
Sıcak geçeceği söylenen Ramazan ayı içinde Ağustos ayının sonlarına doğru İstanbul’da bardak boşanırcasına bir yağmur yağıyor. Sanki kuraklıktan mağdur Somali halkına gönderilen yardımlar, gökyüzünden rahmet olarak ülkemize geri dönüyor. Rahmetiyle orucun kolaylaştığı eşine pek az rastlanır bir yaz gününde Derneğimiz’in ilk Kurucu Başkanı Av. Mustafa Aydın ile Başkan Cavit Tatlı’nın bürosunda buluştuk. Buluşmak için gerekli irtibatları sağlayan Onursal Başkanımız Necati Ceylan'ı ise her zamanki suhuletli haliyle Bakırköy’de bizi beklerken bulduk.
Ataköy’de ki apartmanın merdivenlerinden çıkarken; dimdik, asırlık bir Çınar kapıda güler yüzü ile bizi bekliyordu. Muhterem zevceleri Zuhal Hanım eski komşuluk ve dostlukların kalmadığından bahsederek biraz sitem etti. Anlaşılan aranıp sorulmamaktan şikayetçi idi. Onursal Başkanımız Av. Necati Ceylan gerekli açıklamalarda bulunurken biz hiç sesimizi çıkarmadık, artık ortada bir günah varsa, diğer olaylarda ki bütün günahlar(!) gibi Onursal Başkanımız’ın omuzlarında kendisine bir yer bulur diye düşündük.
Sohbet esnasında Derneğimizin İlk Başkanı Av. Mustafa Aydın’ın 1917 yılında nüfusa kaydedildiğini ama daha önce doğmuş olabileceğini, kendisinin geç kaydedilmiş olabileceğini öğrendik.
İlk Başkanımızın beş kız evlat sahibi olduğunu öğrenince son başkanımız Av. Cavit Tatlı’da üç kızı olduğunu ekledi. Neyse ki yeni başkanımızın önünde, aradaki mesafeyi kapatmak için uzun seneler var. Cenneti garantilemiş iki babayı ve başkanı yan yana görmek güzel bir duyguydu. 94 ve 35 yaşında iki başkan yan yana duruyordu.
Öncelikle Derneğimizin 40. Yılı sebebiyle hizmeti geçen üyelerine verdiği plaketi sunduk. Kendisi o anda çok duygulandı: “beni çok bahtiyar ettiniz, bu hayatta aldığım en kıymetli hediyelerden biri.” dedi.
Kendisinin bir avuç arkadaşıyla diktiği fidan, 40 yaşında bir ağaç olmuştu. Ülkemizde 40 yaşında kaç kurum vardı ki? Aslında bahtiyar olan bizdik. Mensubu olmaktan mesut olduğumuz derneğimizin kurucularına, minnettarlığımızı bu ufak vesile ile gösterme fırsatı bulduk. Hakları hiçbir zaman ödenmez, diyerek sohbetimize geçiyoruz.
İdeal Hukuk: Hukukçular Derneğini hangi tarihte hangi amaç ve ihtiyaçlardan dolayı kurdunuz?
Mustafa Aydın: Tam tarihi hatırlayamıyorum. Ama 1960 ihtilalinden sonra kurduğumuzu iyi hatırlıyorum.
Av. Cavit Tatlı: Biz tüzüklerle 1970 yılına kadar gidebiliyoruz. Daha öncesini tespit edemedik
M.A: Tarihi tam hatırlamıyorum. Ancak ilk merkezimiz Cağoloğlu’nda bir handı. Şimdi O’nun adını da hatırlayamadım. Yaşlılıktan olsa gerek.
İlk kuruluşta çok muhterem insan rahmetli Av. Enver Buruloğlu’nun çok emeği vardı. Enver Bey’in Beyoğlu’nda çok büyük ve güzel bir yazıhanesi vardı. Kendisi çok fedâkarlık yaptı. Maddi açıdan her şeyi neredeyse O karşıladı. Benim yönetimimde Genel Sekreter idi. Ben başkanlık görevini O’na devrettim. O’ndan sonra da hafızam beni yanıltmıyorsa Av. Zeki Hacıibrahimoğlu başkanlık yaptı.
İH: Niye kurdunuz derneği?
MA: Biz derneği Halk Partisine karşı olduğumuz için kurduk. Yanlış anlamayın bizler Halk Partisi’ne karşı idik ama çok sevdiğimiz Halk Partili arkadaşlarımız da vardı.
İH: Siz kimdiniz? Kendinizi nasıl tanımlıyordunuz?
MA: Biz Anadolucuyduk..Biz laventen değildik, Biz Anadolucuyduk, oradan mülhem bu derneği kurduk. Karşımızda Cumhuriyet kuran bir kesim vardı. Benim bir arkadaşım bana karşı Selanikli olmakla övünürdü.
Öteden beri Baro’da devam eden bir Halk Partisi Havası vardı. Biz O’na (CHP) ye karşı durduk, bir nevi ayaklandık.
İH: Baro’da söz sahibi olmak mıydı amacınız?
MA: Evet öyle oldu. Ama aynı zamanda Anadolu’ya yön verelim diye samimi iddialarımız da vardı.
İH: Anadolu gözünüzde neydi? Diğerlerinden farkınız neydi?
MA: Diğerleri yani Halk Partililer bizi kendileri ile eşit görmüyorlardı. Kendilerini bir kaymakam bir vali gibi görüyorlardı. Bize tepeden bakıyorlardı. Bizden üstün olduklarını zannediyorlardı ve bu kafayı da terk etmiyorlardı. Biz Osmanlı Milliyetçisiydik. Bu topraklarda yaşayan herkesi kardeş görüyorduk. Hiçbiri arasında ayırım yapmıyorduk. Bu insanlara hizmet etmek en büyük idelimizdi. Halk partili arkadaşlarımızla da anlaşıyorduk ama bir Sivaslı, bir Kayserili ile anlaştığımız gibi değil.
İH: Mustafa Bey, bize biraz kendinizi tanıtabilir misiniz?
M.A: Resmi kayıtlarda 1917 doğumlu gözüküyorum ancak ben daha büyük olabileceğimi düşünüyorum. Ailem Aydın’ın Söke ilçesinden Konya Akşehir’e gelmiş. Bu arada Atatürk’ün baba tarafının da Aydın’dan Selanik’e göçtüğü söylenir. Ailem Akşehir’de fazla kalmamış oradan Ilgın’a taşınmışlar. Babam muallimdi ama biz çiftçi kökenli bir aileydik. Annem ben çok küçük yaşta iken vefat ettiğinden bana üvey annem Kamile Hanım baktı. Ben kendisinden çok memnunum üzerimde emeği çoktur. Çocukluğumda Yunan Harbi sebebiyle Ilgın’a top seslerinin geldiğini hatırlıyorum. Onun için Milletimizi kurtaran Devlet adamlarımıza ne olursa olsun saygı gösterilmesi gerektiği kanaatindeyim. Onların gayretleri olmasa ülkemiz şimdi çok farklı olurdu. Bu sebeple ben İsmet İnönü’ye görüşlerimiz farklı olsa da çok saygı gösteririm. Benim çocukluğumda Atatürk’ün Ilgın’a kaplıcalara gelirdi.
Başarılı bir öğrenci idim. Böyle şeylerin söylemesi ben de mahcubiyetle yaratıyor ama, ben Konya Lisesini 1. olarak bitirdim. Benim planım asker olmaktı. Ancak doktor muayenesinde bana kalbin var dediler. Bu olay beni çok etkilemiştir. Bana o muayene de kalp hastasısın dedikleri için ben kendi kafamdan 50 yıl yaşarım dedim. Hayatımı ona göre planladım. Her şeyde çabuk hareket ettim. Çünkü her şeyi 50 yıla sığdırmam gerekiyordu. Bu arkadaşlarım ve öğretmenlerim tarafından da bilinirdi, arada şaka konusu olurdu. Allah’ın lütfu ve zevcem Zuhal Hanım’ın bana iyi bakması ile bu yaşa vasıl olduk.
İH: Bu arada eşiniz ile evliliğiniz nasıl oldu.
MA: Babam ve onun babası asker arkadaşıydılar. Onlar da Konyalıydılar. Ben 5 yaşındayken annem vefat etmişti. Babamın ikinci hanımı beğenmiş, biz sana bir kız bulduk dediler eğer kız evet derse “ağzını yüzünü toplar” dediler. Ben de alırım dedim. Birbirimizi görmeden aldık. Benim bu yaşa gelmemde biraz da onun emeği sebebiyledir. Kendisi ilk mektep mezunudur. Ama gözü açıktır. Okusa idi çok önemli yerlere mutlaka gelirdi diye düşünüyorum.
ZUHAL HANIM: Beni hiç dinlemez. Ben kendisine siyasileri bu kadar sert eleştirme, başımıza bir iş gelir diyorum. Beni hiç dinlemiyor. Yine doğru bildiği yönünde hiç çekinmeden konuşur.
İH: Hukuk Fakültesine nasıl başladınız.
MA: O günü çok net hatırlıyorum. Konya’dan trene bindiğim gün 1 Eylül 1939 du. Almanya Polonya’yı işgal etmişti. Radyolardan II. Dünya savaşının başladığına dair haberler geçiliyordu. Çok güzel talebelik hayatımız geçti. Çok güzel arkadaşlıklar kurduk. Kadırgada yurtta kaldım. O zamanlar esnaf bize sahip çıkardı. İçli dışlı idik. Bizi kendi evlatları gibi görürlerdi.
ZA: Şimdi komşu komşuyu tanımıyor.
NECATİ CEYLAN: Mustafa Abi bende ilk geldiğimde Kadırga Yurdu’nda kaldım. Sizde orada mı kaldınız?
MA: Yurtta kaldım. Okulun son senesini Ermeni bir aile yanında pansiyonda geçirdim. Hukuk Fakültesinden iyi derece ile mezun oldum. Arkadaşlarımla son günlere kadar dostluğumuz devam etti. Maalesef neredeyse hepsi vefat etti, kaybettim. İçimizde Bakan olanlar devleti yönetenler oldu.
İH: Hangi hocalarınız sizi çok etkiledi.
M.A: Okulumuzun çok değerli hocaları vardı. Ebül’ulâ Mardin [Sonnot] bunlardan biri idi. Necmeddin Molla’ın[Sonnot] damadı olur kendisi. Kendisi arabası olduğu halde okula onunla gelmezdi. “benim her imkanım var. Ama devletin sıkıntısı karşısında özel arabamı kullanmıyorum der” ve tramavayla gelip giderdi.
Dekanımız Ali Fuat Başgil’di.[Sonnot] Lozan anlaşmasını yapan Cemil Birsel[Sonnot] rektör ve devletler hocamızdı.
İktisat hocamız Prf. Fritz Neumarktı[Sonnot].
İH: Hocaların o dönem dersleri Türkçe verdiği söylenir.
MA: Evet 1. Sınıfta bize Alman olmalarına rağmen Türkçe ders verirlerdi. Prf. Neumark Türkçe asistanı olduğu halde dersleri kendi Türkçe verirdi.
Benim Konya Lisesinden Felsefe hocam olan Hamdi Bey daha sonra mebus olmuş ve Almanya’ya gitmişti. Orada Neumark ile Almanca konuşmaya başlamış aynı ortamda bulunan Hirsch ‘rica ederim Hamdi Bey Türkçe konuşalım’ demiş.
Prof. Ernst Hirsch[Sonnot] Ticaret Hukuku hocamızdı. Müthiş bir adamdı. Sonra Berlin’e rektör oldu.
Maliye Hocamız İbrahim Fazlı’ydı.
Ernst Hirsch muazzam bir hoca idi. Burada Hirsch’irahmetle anıyorum. Öyle tatlı bir metodu vardı ki dersi hap yapıp yuttururdu. Büyük adamlardı. Onun metodu sayesinde Hazine Avukatlığı Sınavında 19 kişi içinde sadece ben imtihanı kazandım.
İ.H: Alman hocaların bu kadar öğrencileri sahiplenmesini neye bağlıyorsunuz? Vefa duygusu mu?
M.A: Evet vefa duygusu.Bir defa Atatürk’e müthiş sevgi ve saygıları vardı. 2.dünya savaşında Hitler’in zulmünden kurtulmuşlardı. Hirsch’in anılarını mutlaka okumanızı tavsiye ederim.
Zor günlerinde onlara sahip çıkanlara Atatürk’e vefa duyguları vardı. Öğrencilerini çok sahiplenirlerdi.
Bunlar gerçekten büyük adamlardı. Bizi yetiştirdiler, kıymetli insanlardı.
İH: İstanbul Hukuk’ta bu Almanya’dan gelen Yahudi hocalarla, medreseden gelen yerli hocaların arası nasıldı?
MA: Ben bir menfilik göremedim. Ama Medrese geleneğinden gelenler de çok bilgilidir. Mesela Ebül’ulâ Mardin Fransızca bilmediği halde derste “ Fransız hocanın şu adlı kitabında bu konu hakkında söyle der…” derdi. Yani literatürü çok iyi takip ederlerdi.
İH: Ankara Hukuk Fakültesi ile o zaman İstanbul Hukuk Fakültesi arasında rekabet var mıydı?
MA: (Kolunu havaya doğru kaldırarak) Yok yav! Ankara Hukuk’un sözümü olur?(gülüşmeler). Sonra onların hocaları yoktu ki; Hirsch rica üzerine bizim okuldan ayrıldı. Onlara ders vermeye gitti. O zaman Ankara Hukuk biraz çeki düzene girdi.
İH: Okulda ilginç bir anınız var mı?
MA: Okula birgün İsmet İnönü gelmiş bir talebenin Osmanlıca not tuttuğunu görmüş. Ona çok kızmıştı. Tuttuğu notu da yırtmış. Bu durum okulda bayağı bir olay olmuştu.
İH: Harf Devrimini yaşayan bir insan olarak ne düşünüyorsunuz?
MA: Harf Devrimini ben doğru olduğunu inanıyorum.
İH: Bir gecede bütün âlimlerin cahil uyanmasını doğru mu buluyorsunuz?
MA: Bakın arap harfleri ile yazılan hiçbir ilmi eser yoktu. Bu harfleri kullananlar ilmi araştırma yapmıyordu. Arap harfleri ile ancak bağnazlık yapılıyordu. Benim babam muallimdi ama yağmur buharlaşma ile olmaz Allah gönderir diyordu.
İH: Japonlar ve Ruslar alfabelerini değiştirmediler ama
MA: Bakın iki şeyi karıştırmayın, ben dindar bir insanım, Ataköy Camii Yaptırma Derneği’ni kurdum. (sohbet ettiğimiz salonun bir duvarını gösteriyor. Ayet ve hatlardan oluşan tablolar duvarda mevcut).
Bakın orada yeşil zemin üzerindeki güzel Hattı görüyor musunuz? (Padişah Tuğrasına benzeyen Hatta Bakıyoruz) Orada ne yazıyor?
İH: Vav harfini seçebildik ama tamamını okuyamadık.
MA: (Bizi zor durumda bırakmama için hemen acele ile)Oradaki hatta Avukat Mustafa yazıyor .
İnkılâplara gelince Atatürk’ün haklı olduğu noktalar vardı. Bizi kurtardı bu inkılapları yaptı. Ancak kendisinin sık sık “ben bunlara oturtmak için katılık yaptım. Yapılan bu katılığı hafifletmek lazım gelir, ancak bunu ben yapamam, benden sonra gelenler yapmalı ” diyordu.
İH: Peki bu yumuşama gerçekleşti mi Atatürk’ten sonra?
MA: Hiç sorma, Atatürk’ten sonra İsmet İnönü geldi. Yumuşatma ne demek, devlet daha katı tutum takındı. İsmet İnönü bu ülkede milletin çocuklarını dini açıdan cahil bıraktı. Kendi çocuklarına köşkte özel hocalar vasıtasıyla din dersleri aldırdı. İsmet Paşa kendi aile hayatındaki dindarlığı milletin çocuklarına çok gördü. O’nun çocukları Kur’an okumayı öğrendi, milletin çocuğu öğrenemedi. Çok baskı kurdular.
Aklıma gelmişken, bu anekdotu üzerimde vebal kalmaması açısından paylaşmalıyım.(Karaköy ) Yeraltı Caminin İmamı Hacı Ali Efendi (sakallıydı) beni her hafta Atatürk Ankara’ya davet eder Kuran okutur ve dinlerken ağlardı diye bana anlattı.
İH: Varlık vergisi dönemini de yaşadınız?
MA: Ben okulun son senesi Ermeni bir aileye ait pansiyonda kalıyordum. Benim bildiğim 18.000 Ermeni aileye bu vergi çıkmıştı. O vergi gayrimüslimlere kondu. Çok yüksek oranda vergilerdi. Bu vergiler tabi ki adil değildi. Sirkeci’deki büyük hanlar el değiştirdi o dönem.
İH: Siyasal hayata nasıl girdiniz?
MA: Biz Halk partisine karşı idik. Halka tepeden bakıyorlardı. Bundan da hoşlanmıyorduk. Bunun için Demokrat Partiyi destekledik. Ancak Demokrat Parti çok kısa süre sonra Halk Partisi gibi davranmaya başladı.
İH: Neler yaptı da benzedi sizce?
MA: Geldiği gibi kendini iktidara getiren Seçim Kanunu’nu değiştirdi.
İH: Önceki Seçim Kanunu nasıldı?
MA: Önceki Seçim Kanununda Karma Sistem vardı. Farklı partilerin milletvekillerine aynı pusulada oy verebiliyordunuz. Partisi kazanamasa da kimi sevilen kişiler milletvekili olabiliyorlardı. Bu durum Parti Genel Merkezlerinin işine gelmiyordu. DP. Geldiği gibi bu sistemi değiştirdi.
MA: Adnan Bey çok sempatik bir adamdı. Ancak Celal Bayar ile İsmet İnönü birbirlerini hiç sevmezlerdi. Aralarından çok sert kavgalar olurdu. İkisi de Atatürk döneminde başbakanlık yapmış halef seleflerdi. Zannedersem Adnan Bey bu kavgalardan etkiledi. Kendisinden beklenmeyecek davranışlar yaptı.
İsmet Paşa’ya olmadık hakaretler yapılıyordu. Bu kadar istiskal edilmemeli, küçük düşürülmemeli diye herkes tutmaya başladı İnönü’yü.
İH: Peki bu dönemde siz ne yaptınız?
MA: Uyarılarımız dinlenmeyince biz Demokrat Parti’nin ömrünün biteceğini anladık. Parti tıkanmıştı. Demokrat Parti’den entelektüel bir sınıf kopmaya başladı. 14 mebus da Demokrat Parti’den ayrıldı ve Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ni kurduk. Ben bu partinin kurulmasına iştirak ettim. Fatih İlçe Başkanı oldum. İl Başkanlığı ve Genel Sekreterlik yaptım.
İH: 1960 İhtilali olunca ne düşündünüz?
MA: Bir hukukçu asla hukuksuzluğu ve ihtilali tasvip edemez. Gerçeği söylemek gerekirse İhtilale üzüldüm diyemem. Çünkü siyasilerin ihtilale meydan vermemesi gerekiyor. Birbirlerine davranışlarına çok dikkat etmeliler. Onlar birbirlerine kötü davranırlarsa toplum huzursuz olur. İhtilaller hep kavgalı ortamdan sonra gelmiştir. Siyasiler akıllı hareket ederse kimse ihtilal yapmaya fırsat bulamaz. İhtilal varsa sebep olanlar vardır. Siyasiler basiretli hareket etmeli.
İH: Cumhuriyet Köylü Millet Partisin’de aradığınız siyasi ortamı bulabildiniz mi?
MA: Ben burada büyük bir insandan bahsedeceğim size bu beyefendinin hiçbir makamı unvanı yoktu. İşi kitap neşretmekti. Yani Yayınevi sahibiydi. Bu kişi Tahsin Demiray’dır. Yayıncı olduğu için çok eser okumuştu ve okumayı çok severdi. Kendisi tam bir münevverdi. Memleketini seven bir milliyetçiydi. Ben kendisinden çok istifade ettim. Sayın Erbakan’da onun yazıhanesine sık sık uğrayanlardandı. Çok iyi anlaşırlardı. Bende çok uğrardım. Partide O’nla çalıştık. Genel Başkanımız yine çok değerli bir münevver olan Merhum Prof. Tahsin Remzi Arık’tı.
Biz İstanbul’da 15-20 kişi bir araya gelir toplanır memleket meselelerini ve çarelerini konuşurduk. Bu toplantılar Ankara’daki Genel Başkan’ımıza hizip çalışmaları var diye aktarılmış. Kendisi İstanbul’a geldiğinde benimle görüşmek istedi. Ben yanına gittim. Bana hizip çalışmalarının olup olmadığını sordu. Ben de böyle bir şey söz konusu değil dedim. Sonra 15-20 kişi bir araya gelip toplantı yapıyormuşsunuz dedi. “Ben de evet yapıyoruz, memleketimiz için çareler arıyoruz. Bu bir hizip çalışması değildir.” dedim.
Ben kendisine bu kadar güvendiğim ve değer verdiğim bir insanın böyle düşünmesi beni büyük hayal kırıklığına uğrattı. Siyaset böyle değerli bir münevveri bile bu kadar değiştiriyor mu diye düşündüm.
İ.H: CKMP. Nasıl bir partiydi.
M.A: Milliyetçi bir parti idi. Ancak Partide iki akım vardı. Bir Irkçı Milliyetçiler, birde benim gibi
Osmanlı Milliyetçileri vardı. Ben kesinlikle ırkçı değildim.
İ.H: 1960 İhtilali’nden sonra neler yaptığınız?
M.A: Şunu belirtmek istiyorum. Demokrat Partinin ömrünün biteceği belliydi.Demokrat Partiden ayrılan entelektüel bir sınıf olacaktı. On dört mebus D.P den ayrıldı. Köylü partisini kurdular. Merhum Ali Fuat Başgil’in öncülüğünde ve teşvikleriyle biz Köylü Partililer kurduk. Ama Parti kurulduktan sonra çoğunluk eski Demokrat Partililerin eline geçti. Onlar çoğunlukta idi. Aramızda bir türlü kaynaşma gerçekleşmedi.
İH: Adalet Partisi nasıl kuruldu.
MA: Fuat Köprülü’nün oğlu Orhan Bey’le ben bir tüzük hazırladık. O tüzük Adalet Partisi’nin tüzüğü oldu. Bizim niyetimiz Ali Fuat Başgil’i başkan yapmaktı. O dönem 3. Ordu Komutanı olan Ragıp Gümüşpala darbeye karşı olduğu biliniyordu. O’nu genel kurmay başkanı yapıp üç ay sonra emekli ettiler.O zaman şartlar icabı Gümüşpala’yı çağırdık. Elmalı Hamdi Yazır’ın oğlu(çok sosyal ve entelektüel biriydi) Muhtar Yazır’ın evinde Gümüşpala ya söyledik.
Ali Fuat Başgil Başkanımız fakat bu gün bir ‘Paşa’ya bir ihtiyacımız var dedik. Onlar Ankara’ya gittiler. Türkiye Adalet Partisi ismini koymuştuk. Ancak isimde Türkiye’nin kullanılabilmesi için Bakanlar Kurulu kararı gerekmekteydi. Bizde Türkiye lafzını çıkardık. Adalet Partisi böyle kuruldu.
Konya’dan beni senatör adayı gösterdiler. Mebus seçilmesek de Ali Fuat Başgil Reisi Cumhur olacak bizde kontenjandan senatör olacağız.
İH: Seçimi malum Adalet Partisi kazandı. Daha sonra neler oldu?
MA: Evet seçimi kazandık, ekseriyeti aldık fakat paşalar kahvede Ali Fuat Başgil’i tehdit etmişler. Cumhurbaşkanlığı’na aday olmayacaksın demişler. Bunu Tahsin Demiray’dan dinledim. Tabanca ile tehdit etmişler. Tahsin Demiray mukavemet göstermiş ama Ali Fuat Başgil kendisini engellemiş ve “ bitti” demiş.
İH: Ragıp Gümüşpala nasıl bir parti başkanı idi.
MA: Ragıp Bey çok iyi bir insandı. Ancak Kurtuluş savaşında İsmet İnönü’nün emrinde subay olduğu için İsmet Paşa’dan korkardı. Bak bu konuda ilginç bir anımı anlatayım. İsmet Paşa Mecliste önerge verdi “ Adalet Partisi 1960 İhtilalinin yanında mı? Karşısında mı diye açıklama yapsın” dedi. Şimdi ne diyeceksin karşıyız mı, taraftarız mı desin? Gümüşpala “ ben kürsüye çıkıp açıklama yapmam, İsmet Paşa’dan korkuyorum” dedi. Kendisine bir gezi ayarladı önergeye cevap verileceği gün Ankara dışında idi.
İş Tahsin Demiray’ın başına kaldı. O da Mecliste bir hikaye anlattı:
“Osmanlı zamanında Edirne valiliği yapan Paşa’nın biri kızını evlendirecekmiş. Kızını çok sevdiği için çok dikkat etmiş. Hiçbir şeyi eksik bırakmamış. Çeyizler misafirlerin görmesi için serilmiş. Çeyizleri görmeye gelenlerden bir yaşlı kadın çok güzel olan Bakır mangala bakmış ve Paşaya dönerek demiş ki Edirnenin paşası, hani bu mangalın maşası .”
Tahsin Demiray bu hikayeyi anlatıp kürsüden indi. Kıyametler koptu, medya Adalet Partisine saldırıyordu. Bu hikayenin anlatılmasının büyük bir hakaret olduğu söyleniyordu. Parti de baskılara dayanamadı Tahsin Demiray’ı Haysiyet Divanı’na sevk etti. Bu sırada ben Ankara’da idim.
Partide “aman dikkatli olun Tahsin Tüzüğü çok iyi bilir hata yapmadan atın bu adamı “dediler. Ben Haysiyet Divanı Üyesiyim. Tüzüğe göre haysiyet divanının bu konuyu gündeme alma toplantısında bütün üyelerin katılması gerekiyor. Ben kimseye çaktırmadan hemen İstanbul’a geldim. Tabii arkamdan telefonla aradılar, Ankara’ya dönmem için. Ben niye aradıklarını bildiğim için telefonlara çıkmıyordum. Çok sık aranınca Konya’ya gitti dedirtiyorum, Konya’yı arıyorlar; İstanbul’a gitti dedirterek gerekli ayarlamaları yapıyordum. Ben böylece Haysiyet Divanının toplanmasını 6 ay geciktirdim. Altı ay sonra da her şey unutuldu gitti.
İH: Süleyman Demirel nasıl Adalet Partisi’nin başına geçti?
MA: Süleyman Demirel ve Saadettin Bilgiç’in isimleri başkanlık için konuşuluyordu.
Saadettin’i ben Konya’dan Liseden arkadaşımdı ama ben Demirel’i destekledim.
İH: Niçin Demirel’i desteklediniz?
MA: Amerika görmüştü, yabancı dili vardı, daha donanımlı, daha kültürlüydü, O da bizim gibi köylü idi. Saadettin Bilgiç O’nun kadar donanımlı değildi. Ben kendisini liseden tanıdığım için bir romanı başından sonuna kadar okuduğu konusunda şüphe ederdim. Şimdi ikisini mukayese edince ben Demirel’i tercih ettim.
Üç vilayet delegelerinin oyunu ben değiştirdim(Eskişehir-Kütahya-Bilecik). Vallahi ben ayarladım.. Demirel Lisan biliyor Amerika’da okumuş, DSİ’de başarılı, köyden gelişiyle ideal olarak geldi bana o zaman.
Fakat beklediğimiz Süleyman olmadı. Demirel bizim davamıza ihanet etti. Delegelerin hepsi Saadettinci geldik Demirelci gidiyoruz dediler. Demirel i mason arkadaşları çok etkilediler.
İH: Demirelin mason olduğunu desteklerken biliyor muydunuz?
MA: Benim için önemli değildi açıkcası.
Kogrede mason olmadığına dair bir belgeyi bütün delegelere dağıttı. Belgenin altında imzası olan arkadaşı ben İstanbul’da gördüm. Niye böyle bir belge verdiniz dedim. Bana cevaben “Demirel geldi çok yalvardı, parti başkanı olmam buna bağlı dedi.
İH: Türkeş’in Adalet Partisine girmek istemiş. Bu konuda sizinle istişare etmiş.
MA: Biz Adalet Partisini kurduk ama Ankara’daki Genel Merkezi Sivil Giyimli Genç Subaylar basıyorlar cam, çerçeve indiriyorlar ve sandalye ve masaları kırıyorlardı. Bu çekilmez bir hal almıştı. Bu durumdan kurtulmak için Adalet Partisi askerlerle irtibat kurmak istiyordu. Saadettin Bilgiç ve Faruk Sükan o zaman Harbiye’de tarih öğretmenliği yapan Tahsin Yücel ile irtibat kuruyorlar. Amaç Adalet Partisini korumaya almak.
Bu sırada Tahsin beyde Türkeş’in çok yakın arkadaşı. Türkeş Hindistan’dan yeni dönmüş. Arayış içinde. Saadettin ile Faruk sizi Adalet Partisine kaydedelim demiş. Amaç askerlere karşı garanti olsun diye.
Türkeş İstanbul’da ziyaretler yaparken CKMP İstanbul İl Başkanı’nın yanına gitmiş. Bu arkadaşın ismini hatırlayamadım ama Aksekili, ticaretle meşgul olan bir arkadaştı. O arkadaş benim (merhum) Prof Remzi Arık ve Tahsin Demiray ile çok yakın dost olduğumu bana çok kıymet verildiğinden bahsetmiş. İsterseniz görüştüreyim demiş. Böylece (Merhum) Türkeş’le, soyadını hatırlayamadığım Hasan isimli bir avukat arkadaşın yazıhanesinde buluştuk. Türkeş bana Sükan ve Bilgiç’in içtenlikle Adalet Partisine girmesini istediklerini tekrar söyledi. O da girme arzusunda idi.
Ben merhum Türkeş’e şunları söyledim: “bu arkadaşların sizleri adalet partisine almaya güçleri
yetmez boşuna kendinizi harcatmayın. Siz 27 Mayıs ihtilalinin gür sesli ihtilalcisi olmanız nedeniyle partiye bunu kabul ettirmeleri mümkün değildir. ( O zaman ne tavsiye edersin diye sordu) Siz başkanı vefat etmiş, genç ve dinamik, %10 tabanı olan CKMP ne girin . Onlar da bu sıralar sorumluğu yüklenecek bir güçlü bir omuz arıyorlar bu nedenle bu partiye girmeniz daha isabetli olur” dedim ve ayrıldım.
İH:Yakın tarihimizde ki bir çok siyasi isimle tanışıklığınız ve önemli anılarınız var peki son dönem siyasetcileri hakkında ne düşünüyorsunuz?
MA: Merhum Erbakan çok bilgili bir insandı. Ama halk onu güvenilir bulmadı, öyle bir havası vardı. Ancak bir kuşak yetiştirdi. Bu günkü durum onun eseridir. Şimdiki Başbakan onun eseridir.
Cumhuriyet tarihinin en çalışkan hükümeti bu hükümet galiba!Çok çalışkanlar, Ülke İnşaat alanına döndü, yollar çok güzel oldu, sağlıkta çok ilerleme kaydedildi. Fakat hataları da var.
Sayın Başbakan çok sert konuşuyor. Geçen Suriye konusunda konuşuyordu. Hanıma döndüm galiba seferberlik var dedim. O kadar korktum. Her konuda kendisi konuşmamalı, ilgili bakanlar konuşmalı.
Bu dönemde devlete bu kadar hizmet etmiş bu kadar paşanın tutuklu olmasını doğru bulmuyorum. Bence hemen genel af çıkmalı.
İH: Abdullah Öcalan’ında mı affedilmesini istiyorsunuz.
MA: Canım Abdullah Öcalan başka. O isyancı, O’na af çıkmasına gerek yok, o iş başka bu iş başka.
O bir isyan hareketi, isyan bastırılmalı, af çıkarılmasına gerek yok.
İ.H: Yargıya intikal etmiş bir dava var. Ancak malumunuz 1960 yılında ı bir darbe yapıldı ve başbakan asıldı. Bu olayı bir kenara bırakalım ve hayal edelim bazı kişiler darbe yapacak, bu kişiler cezalandırılmayacak mı?
MA: Canım ben daha önce açıklamadım mı? Siyasiler gerekli önlemleri alsınlar, fırsat vermesinler, onlar fırsat vermezlerse darbe falan olmaz.( Mustafa Bey dahil herkes gülüşmeler)
İH: Şu anki İstanbul Barosu hakkında ne düşünüyorsunuz?
MA: Herkes “adalet iyi işlemiyor”, “Devlet devlet olmaktan çıkmış”, “adliye yürümüyor” diyor. Bir adamı tevkif etmişsin 2 yıldır içeride olmaz böyle şey!
Ben Baro Başkanını çok pasif görüyorum. Böyle durumlarda yeri göğü avukatlarla inletmesi lazım.
İH: Televizyonlara sık sık çıkıyor, yeterli görmüyor musunuz?
MA: Hukukçu isen cesur olacaksın. Hiçbir şeyden korkmayacaksın. Eski Baro başkanlarımızdan Lütfü Fikri Bey(Tunceli Mebusu) Atatürk’ün karşısından bile direnmişti. Baro normal vazifesini yapmıyor.
İH: Biraz bize Ataköy’den ve kurduğunuz Derneğin yaptığı Ataköy Camiden bahseder misiniz?
MA: Ben bu daireyi alırken iki yer vardı: Beşiktaş merkezde 180.000TL. apartman dairesini ve 400.000TL. Ataköy’deki bu daire. Ben çocuklarımı düşündüm bu daireyi aldım. Hafta sonları Bakırköy sahiline plaja giderlerdi. Çevre düzenlemesi çok iyiydi. Yeşillikti.
Bu proje Demokrat Partinin başlattığı dev konut projesinin başlangıcıdır. Emlak Bankası Müdürü Medeni Berk çok dürüst, vatanını seven ve çalışkan bir insandı. Bu projeyi o başlattı. Batı ile rekabet edecek bir proje idi. Ben avukatlığını yaptığım şirketlerden dolayı Avrupa’dan misafirlerim gelirdi. Sadece Merkezi Isıtma Sistemi olmadığı için eleştirdiler. Onun haricinde herkes hayran olurdu.
O projeler devam etse idi şimdiki çarpık Kentleşme olmazdı. Şimdi Bakırköy’ü Turistik alan yapmışlar, burası konut alanıydı. Şimdi her yer otelle dolacak.
Ataköy Camii Yaptırma Derneğine gelince; Bu camiyi yaptırmaya çalışırken çok şikayetçi olan oldu. En başta da avukat arkadaşlarım. Hepsiyle bir bir gidip görüştüm ikna ettim. Kısaca camiyi yaptırmak kolay olmadı( Şimdi de büyük sitelerin camii yaptırmama direnişi var. Tarih tekerrürden ibaret galiba)
[Değişebilir Kesme]Camii yapıldıktan sonra karşı çıkanlardan çoğu gelip iyi ki yaptırmışsın dedi. Bir avukat arkadaşım kütüphanesinden çok istifa ediyorum demişti. Sonra çoğu karşı olduklarına pişman oldular.
İH: Mustafa Bey daha önce konusu geçti ama biz yine soralım Kürt Meselesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
MA: Bunlar Said Nursi gibi değil, O da Kürt idi ama Osmanlı’ya saygısı vardı. O Halk Partinin ateşli taraftarlarına karşı mücadele etmişti. O da benim gibi Osmanlı Milliyetçisiydi. Hiçbir zaman Kürtcülük yapmadı. Memleketini severdi. Şimdi O’nun misyonunu Fetullah Gülen Bey devam ettiriyor.
Daha öncede dediğim gibi bu bir isyan hareketidir.
Güneydoğuda özgürlüklerden en ufak taviz verilmeden önce asayiş sağlanmalıdır. O bölgede halkın can güvenliği mutlaka emniyet kuvvetleri tarafından korunmalıdır.
Bölge halkının can güvenliği sağlanmış olsa idi BDP nin şimdi çıkardığı milletvekillerinin yarısını çıkarbileceğini düşünüyorum.
BDP milletvekili arkadaşlarda bu milletin vergilerinden maaş aldıklarını unutmamaları, sorumlu davranmaları gerektiğini düşünüyorum.
160 tane milletvekili Kürttür, içlerinden bir sürü bakan, hatta cumhurbaşkanı çıkmıştır. Problem nedir?
Benim sınıf arkadaşım Ferit Kubat Diyarbakırlıydı , Edirne Valiliği ve İki dönem İçişleri Bakanlığı yaptı.7
İH: Anadilde eğitime ne diyorsunuz?
MA: Eğitim Resmi dilde olur. Sen kültürel olarak diline başka yerlerde yaşatırsın.
İH: Halk Partisinin son durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?
MA: CHP Milletin kendisi ile eşit olduğunu kabul ederek hala terk edemedikleri vali kaymakam gibi kendilerini üstün görmekten vazgeçmeliler. Bürokratik kafayı terk etmeleri lazım.
CHP tarihi misyonunu bitirmiştir. Bu partinin Atatürk’ün bağışladığı paralardan vazgeçerek -bir hayır kurumuna da bırakabilirler- kendini hemen feshetmelidir.
CHP kendini feshederse Türk Siyasi Hayatı normalleşir. Bu sayede halk ile kaynaşır.
CHP’nin feshedildiği gün kurucuları da bu sayede gereksiz tenkitlerden kurtulmuş olur.
İH: Bu heyecanlı, tarih dolu sohbetimize devam etmek isterdik ama sizi de fazlasıyla yorduk. Bize son olarak unutamadığınız bir davanızı anlatabilir misiniz?
MA: Benim unutamadığım dava Merhum Kazım Karabekir Paşa’nın kitabı İstiklal Harbi adlı kitabının Atatürk Kanuna Muhalefeti dolayısıyla kitabın naşiri Tahsin Demiray aleyhine açılan amme davası açılmış ve bu büyük eser İstanbul Adliyesi depolarına konmuştu.
Bu davadayı (Tahsin Demiray’ın) vekili olarak ben takip ettim. Mahkeme heyetine “Bu kitap İstiklal Harbimize ışık tutan bir belgedir. Vereceğiniz kararda çok tarihi bir mesuliyet vardır. Böyle bir kitabın halktan kaçırılması çok tarihi bir mesuliyeti getirir. Bırakın milletimiz kitaptaki olayların değerlendirmesini kendi yapsın, doğru yada yanlış olduğuna kendi karar versin dedim.”
Mahkeme beraat kararı verdi. Kitapları Adli Emanetten aldım. Kitap satışa ahzedildiğinde meslek hayatımın unutamayacağım anılarımdan birini yaşamış oldum.
İH: Sizin gibi değerli bir hukukçunun yakın tarihimize dair anı ve tespitlerini dinlemek çok
heyecan vericiydi. Bize zaman ayırdığınız ve evinizde ağırladığınız için çok teşekkür ederiz.
MA: Bir daha böyle Ramazan ayında gelmeyin, ağzınız açıkken gelin. Ne ikram yapabildik ne başka bir şey, hiçbir şeye benzemedi böyle. Sizleri yine beklerim.
(Bu röportajı İdeal Hukuk Dergisi adına, Şebnem Taşan Kurt, Cihad Madran ve Nuray Ergin gerçekleştirmiş olup kaynak belirtilerek alıntılanabilir.)