Bu Blogda Ara

26 Temmuz 2012 Perşembe

PROF. DR. HÜSEYİN HATEMİ' NİN 9.SAYIMIZDAKİ MAKALESİ: " VİCDAN VE DÜRÜSTLÜK"


VİCDAN VE DÜRÜSTLÜK

I-          Vicdan Kavramının Belirlenmesi

Vicdan kelimesinin özünde “bulmak, bulma, buluş” anlamı vardır. Neyi bulmak? Herhalde Vacib-ul Vücud’ u, Zorunlu Varlık’ ı bulma (vecd), bu buluşa yetenekli olma ve bu yetenek anlamına kullanılmış olmalıdır. Türkçe’de, hiç değilse Azari lehçesinde “tapmak”, “bulmak” anlamındadır. Daha sonra her halde “tapma=bulma” nın “vecdi”, sevinci ve bulma gayreti; başka lehçelerde “tapma” kelimesine “perestiş etme” anlamını yüklemiştir.
Fransızca’da aynı terim, şuur (bilinç) ve vicdan anlamına kullanılabilir: Conscience. Almalar da her iki kavramı -bulma değil- “bilme” köküyle ilgili görünen terimlerle karşılamış iseler de aynı terimi kullanmamışlardır. Bewustsein  ve Gewissen. Birincisi şuur (bilinç), ikincisi vicdan anlamındadır.

Şuur ile vicdan aynı anlamada değildir. Vicdan terimi “dilin araştırılması” döneminde “bilinç”le değil, “bulunç”la karşılanmak istenmiş, ne var ki “bilinç” tutmuş, “bulunç” tutmamıştır.

Şuursuz (bilinçsiz) bir kimseye, o sırada “ahlaki sorumluluğu” da olmadığı için “vicdansız” demeyiz. Buna karşılık bilinçli bir kimse “Rabb”i iç âleminde bulmasından doğan ahlaki sorumluluk duygusunu taşımıyorsa, O’na “sen de hiç vicdan yok mu?” veya “vicdansız!” diyebiliriz.

Hukuk dilinde “vicdan”; çoğunlukla ahlaki karar verme “bilinc” ini belirli bir dine bağlayıp bağlamama anlamında kullanılarak, “vicdan özgürlüğü” terimine yol açılmıştır. (Vicdan hürriyeti, Liberté de conscience, Gewissenfreiheit).

“Vicdan özgürlüğü” kavramına bağlı olarak bir de, “vicdani red” (askerlik görevini orduda yapmayı reddederek askerlik dışı kamu hizmetlerinde görevlendirilmesini isteme) kavramı doğmuştur.

II-                 “Vicdan” kavramı bir dini inanca bağlılığı ifade ettiğinde laiklik ilkesi derhal bu bağlılığın çözülmesini veya “ikna odasında” cerrahi bir müdahale ile “alınmasını”, yahut kamusal alanda açığa vurulması yasağının derhal devreye girmesini gerektirir mi?

Gerektirmez! Esasen Hukuk devletinde bu tarz bir laiklik anlayışının uygulamaya geçirilmesine imkan yoktur. İnsan nasıl “bilinçsiz” kalmaya zorlanamazsa “Tanrıyı bilmeden öte, bulma” ihtiyacını köreltmeye de zorlanamaz. Laiklik ilkesinin doğru ve gerekli anlamı; “kimsenin dini inançları veya inançsızlığı dolayısıyla insan onurundan yoksun kılınamaması” dır.


III-               Ferdin; Tanrı’yı arama ve bulma ihtiyacı doğal bir ihtiyaç mıdır? Yoksa hiçbir gerçekliğe dayanmayan bir avunma veya avutma aracı mıdır?


Ferdin; Yaratıcı’yla sevgi ilişkisine girmesi doğal ve temel bir ihtiyaçtır. Sevgi yaradılışın hikmetidir, sebebidir. Yaratıcı’nın varlığı bir “varsayım” değil, kanıtlamaya asla ihtiyacı olmayan bir apaçıklıktır. “Asalet-i Vücud” “varlığın ilke olması”, bu apaçıklığın ifadesidir. Varlık ilke olmasa idi yokluktan hiçbir şey meydana gelmezdi. Varlık Ezeli ve Ebedidir. Ezeli ve Ebedi olan Zorunlu Varlık’tır. Zorunlu Varlık; Yaratıcı’dır. Yaratıcı; Seven ve Sevilen’dir, Vedud’dur. Ahlaki davranış kuralları, Hukuk ve Ahlakın ortak ilkeleri, insan onuruna sahip olduğu bilincinde olan insanın aynı zamanda diğer insanların ve bütün yaratılmışların da onurlarına saygı gösterme sorumluluğu ve sorumluluk bilinci; bütün bunlar Yaratıcı’yı “bulma”, O’nunla bağlantısını kesmemeye, “vicdan”a bağlıdır.

Doğru anlamda “laiklik ilkesi” , Yaratıcı’nın varlığı “apaçıklığı” ndan sonra devreye girmesi gereken bir ilkedir. Laiklik ilkesini geriye dönük uygulayarak Yaratıcı’nıın zorunlu varlığı apaçık gerçekleştiğini ilga etmeye çalışan bir düşünürün durumunun gülünçlüğünü gösterebilmek için, Nasreddin Hocamız bindiği dalı keserek düşmeyi göze almıştır. Hukuk Devleti’nin, -laiklik terimi değil- kavramının doğru anlamı; laiklik saplantısı olanların bindikleri dalı kesmekte kullandıkları “balta” demek değildir.


IV-               Ahlaki sorumluluk bilincine ve kimseye zarar vermeme (neminem Laedere, la zarar) iradesine sahip olma anlamında “Vicdan”, Rabbi ile “vicdan” (bulma ve tapma) bağlantısını kesmiş olanda bulunamaz mı?


Çalışabilmesi için prize takılıp yüklenmesi gereken “kalb”, priz ile güç kaynağıyla rabıtasının kesilmesi anında derhal boşalmaz. Küçük yaşlarında inançlı ve vicdanlı bir ortamda yetişmiş kimseler de bir süre “vicdan”  sahibi olmakta devam edebilirler. Ancak, her an boşalma tehlikesi vardır.

Başbakan’ ın “dindar nesil yetiştirme” arzusu bu bağlamda tasvib edilmesi gereken bir arzudur. Ancak, “ La ikrahe Fid-din” bağlamında, doğru anlamıyla laiklik ilkesi unutulmamalıdır. Ve “dindarlık” tan amaç, “ dini tersine çevrilmiş giysi gibi giymek” olmamalıdır.


V-                 “Vicdan” sahibi olanın alameti nedir?


Bir kimse; başkasının bir musibete uğramasından, zarar görmesinden sevinç ve hazz duyuyorsa, namuslu yaşamıyorsa (honeste vivere), başkaları onun elinden ve dilinden kurtulamıyorsa, Vicdan sahibi değildir. Kendisi inançlı olduğunu ve vicdanlı olduğunu iddia etse bile “münafık” olduğu anlaşılır. “Honeste Vivere”; adil olma, Dürüstlük ilkesine uyma demektir.                                                                                   


VI-               Bir insan, Yaratıcı Rabb’e yakınlaşma arzusu olmasızın da Dürüstlük ilksi’ne uyamaz mı ?

Yukarıda söylediğimiz gibi; bu tutum küçüklüğünde ve gençliğindeki yüklenmesinin henüz boşalmamasından ileri gelebileceği gibi, yaptırım korkusundan veya çevresinin övgüsünü kazanma arzusundan ileri gelebilir. Ne var ki Hukuk zahire göre hükmeder. Kimsenin, hiçbir yetkilinin kendisinde Engizisyon hâkimliği görmeye, vehmetmeye hakkı yoktur. Kalblerde gizli olanı Allah bilir. Hukuk bu kimseyi namuslu (dürüst) kimse sayar.


VII-             “Vicdan” hürriyeti, inancına göre yaşama hürriyeti ve vicdani red karşısında Pozitif Hukuk’un tutumu ne olmalıdır ?


Pozitif Hukuk, Tabii Hukuk’un temel ilkelerinde ve dolayısıyla Sevgi’ de “ kökü sabit” olan Tuba Ağacı’nın meyvelerini dermelidir. Namuslu=dürüst yaşamayı buyuran kural yaptırımlıdır, ne var ki Hukuk’un din dayatma ve inanç araştırma yetkisi yoktur. İnancına göre yaşama hürriyeti de başkasına zarar verme veya zarar tehlikesi söz konusu olmadıkça kabul edilmeli, şu halde ilke olarak vicdani red üzerinde de düşünülmelidir.

Sonuç olarak: Vicdan; Dürüstlük İlkesinin “batın” ıdır. İç yüzüdür. Laiklik ilkesi bu batın ile savaşır ve batın ile zahir’ in ilişkisini keserse, dürüstlük ilkesinin bireylerdeki kaynağını kurutmuş, dalını kesmiş olur. Hukuk Devleti’nin laiklik ilkesi bu Pozitivist ilke olamaz. Olamayacağı için de Anayasa’da doğru anlamda Laiklik ilkesi’ ne bu terimle değil, şu formül, şu ifade ile yer verilmelidir: Türkiye Cumhuriyeti; demokratik ve sosyal Hukuk Devleti’ dir. İnsan onurundan ve Hukuk Devleti’nin temel ve evrensel ilkelerinden hiçbir dini, felsefi, siyasi görüş karşısında ödün vermez.
                Son olarak şunu de belirtmek de yarar görüyorum: 27 Ocak 2012 tarihli Taraf Gazetesi’nde Sn. Ümit Kardaş tarafından konumuzla çok yakından ilgili ve değerli bir yazı yayınlanmıştır. Bu yazıda çok doğru olarak “felsefeye dayanmayan hukuk, hukuk değildir” denmektedir. Hukukçunun sadece bilgi değil, aynı zamanda vicdan sahibi olması gerektiği yine çok yerinde olarak belirtilmektedir. Yine Tabii Hukuk’un 20. yüzyıldaki temsilcilerinden olan Louis Le Fur’ün görüşü aktarılırken “metafiziği reddeden bir felsefeye dayanan hukuk teorilerinin gerçeği yansıtamayacağı” çok ilgi çekici olarak belirtilmektedir. Umarım ki doğru anlamda metafiziğin hukukçu için kaçınılmaz gerekliliğini savunan bu yazıdaki görüşleri paylaşanlar çoğalır. Yaratıcı’nın Sevgisine dayanan doğru ve evrensel metafizik hukuk pozitivizminin yanlış ve tehlikeli metafiziğinin silinmesine yol açar.

Hiç yorum yok: