VİCDAN VE DÜRÜSTLÜK
I-
Vicdan
Kavramının Belirlenmesi
Vicdan kelimesinin özünde “bulmak, bulma, buluş” anlamı
vardır. Neyi bulmak? Herhalde Vacib-ul Vücud’ u, Zorunlu Varlık’ ı bulma
(vecd), bu buluşa yetenekli olma ve bu yetenek anlamına kullanılmış olmalıdır.
Türkçe’de, hiç değilse Azari lehçesinde “tapmak”, “bulmak” anlamındadır. Daha
sonra her halde “tapma=bulma” nın “vecdi”, sevinci ve bulma gayreti; başka
lehçelerde “tapma” kelimesine “perestiş etme” anlamını yüklemiştir.
Fransızca’da aynı terim, şuur (bilinç) ve
vicdan anlamına kullanılabilir: Conscience.
Almalar da her iki kavramı -bulma değil- “bilme” köküyle ilgili
görünen terimlerle karşılamış iseler de aynı terimi kullanmamışlardır. Bewustsein ve Gewissen.
Birincisi şuur (bilinç), ikincisi vicdan anlamındadır.
Şuur ile vicdan aynı anlamada değildir. Vicdan terimi “dilin araştırılması” döneminde
“bilinç”le değil, “bulunç”la karşılanmak istenmiş, ne var ki “bilinç” tutmuş, “bulunç” tutmamıştır.
Şuursuz (bilinçsiz) bir kimseye, o sırada
“ahlaki sorumluluğu” da olmadığı için “vicdansız” demeyiz. Buna karşılık
bilinçli bir kimse “Rabb”i iç âleminde bulmasından doğan ahlaki sorumluluk
duygusunu taşımıyorsa, O’na “sen de
hiç vicdan yok mu?” veya “vicdansız!”
diyebiliriz.
Hukuk dilinde “vicdan”; çoğunlukla ahlaki
karar verme “bilinc” ini
belirli bir dine bağlayıp bağlamama anlamında kullanılarak, “vicdan özgürlüğü” terimine yol
açılmıştır. (Vicdan hürriyeti, Liberté
de conscience, Gewissenfreiheit).
“Vicdan özgürlüğü” kavramına bağlı olarak
bir de, “vicdani red” (askerlik görevini orduda yapmayı reddederek askerlik
dışı kamu hizmetlerinde görevlendirilmesini isteme) kavramı doğmuştur.
II-
“Vicdan”
kavramı bir dini inanca bağlılığı ifade ettiğinde laiklik ilkesi derhal bu
bağlılığın çözülmesini veya “ikna odasında” cerrahi bir müdahale ile
“alınmasını”, yahut kamusal alanda açığa vurulması yasağının derhal devreye
girmesini gerektirir mi?
Gerektirmez! Esasen Hukuk devletinde bu
tarz bir laiklik anlayışının uygulamaya geçirilmesine imkan yoktur. İnsan nasıl
“bilinçsiz” kalmaya zorlanamazsa “Tanrıyı
bilmeden öte, bulma” ihtiyacını köreltmeye de zorlanamaz. Laiklik
ilkesinin doğru ve gerekli anlamı; “kimsenin
dini inançları veya inançsızlığı dolayısıyla insan onurundan yoksun
kılınamaması” dır.
III-
Ferdin;
Tanrı’yı arama ve bulma ihtiyacı doğal bir ihtiyaç mıdır? Yoksa hiçbir
gerçekliğe dayanmayan bir avunma veya avutma aracı mıdır?
Ferdin; Yaratıcı’yla sevgi
ilişkisine girmesi doğal ve temel bir ihtiyaçtır. Sevgi yaradılışın hikmetidir,
sebebidir. Yaratıcı’nın varlığı bir “varsayım” değil, kanıtlamaya asla ihtiyacı
olmayan bir apaçıklıktır. “Asalet-i Vücud” “varlığın ilke olması”, bu
apaçıklığın ifadesidir. Varlık ilke olmasa idi yokluktan hiçbir şey meydana
gelmezdi. Varlık Ezeli ve Ebedidir. Ezeli ve Ebedi olan Zorunlu Varlık’tır.
Zorunlu Varlık; Yaratıcı’dır.
Yaratıcı; Seven ve Sevilen’dir, Vedud’dur. Ahlaki davranış kuralları, Hukuk ve
Ahlakın ortak ilkeleri, insan onuruna sahip olduğu bilincinde olan insanın aynı
zamanda diğer insanların ve bütün yaratılmışların da onurlarına saygı gösterme
sorumluluğu ve sorumluluk bilinci; bütün bunlar Yaratıcı’yı “bulma”, O’nunla
bağlantısını kesmemeye, “vicdan”a
bağlıdır.
Doğru anlamda “laiklik
ilkesi” , Yaratıcı’nın varlığı “apaçıklığı”
ndan sonra devreye girmesi gereken bir ilkedir. Laiklik ilkesini geriye dönük
uygulayarak Yaratıcı’nıın zorunlu varlığı apaçık gerçekleştiğini ilga etmeye
çalışan bir düşünürün durumunun gülünçlüğünü gösterebilmek için, Nasreddin
Hocamız bindiği dalı keserek düşmeyi göze almıştır. Hukuk Devleti’nin, -laiklik
terimi değil- kavramının doğru anlamı; laiklik saplantısı olanların bindikleri
dalı kesmekte kullandıkları “balta” demek değildir.
IV-
Ahlaki
sorumluluk bilincine ve kimseye zarar vermeme (neminem Laedere, la zarar)
iradesine sahip olma anlamında “Vicdan”, Rabbi ile “vicdan” (bulma ve tapma)
bağlantısını kesmiş olanda bulunamaz mı?
Çalışabilmesi için prize takılıp
yüklenmesi gereken “kalb”, priz ile güç kaynağıyla rabıtasının kesilmesi anında
derhal boşalmaz. Küçük yaşlarında inançlı ve vicdanlı bir ortamda yetişmiş
kimseler de bir süre “vicdan” sahibi
olmakta devam edebilirler. Ancak, her an boşalma tehlikesi vardır.
Başbakan’ ın “dindar nesil yetiştirme” arzusu bu bağlamda
tasvib edilmesi gereken bir arzudur. Ancak, “ La ikrahe Fid-din” bağlamında, doğru anlamıyla laiklik
ilkesi unutulmamalıdır. Ve “dindarlık”
tan amaç, “ dini tersine çevrilmiş
giysi gibi giymek” olmamalıdır.
V-
“Vicdan”
sahibi olanın alameti nedir?
Bir kimse; başkasının bir musibete
uğramasından, zarar görmesinden sevinç ve hazz duyuyorsa, namuslu yaşamıyorsa
(honeste vivere), başkaları onun elinden ve dilinden kurtulamıyorsa, Vicdan
sahibi değildir. Kendisi inançlı olduğunu ve vicdanlı olduğunu iddia etse bile “münafık” olduğu anlaşılır.
“Honeste Vivere”; adil olma, Dürüstlük ilkesine uyma demektir.
VI-
Bir
insan, Yaratıcı Rabb’e yakınlaşma arzusu olmasızın da Dürüstlük ilksi’ne uyamaz
mı ?
Yukarıda söylediğimiz gibi; bu tutum
küçüklüğünde ve gençliğindeki yüklenmesinin henüz boşalmamasından ileri
gelebileceği gibi, yaptırım korkusundan veya çevresinin övgüsünü kazanma
arzusundan ileri gelebilir. Ne var ki Hukuk zahire göre hükmeder. Kimsenin,
hiçbir yetkilinin kendisinde Engizisyon hâkimliği görmeye, vehmetmeye hakkı
yoktur. Kalblerde gizli olanı Allah bilir. Hukuk bu kimseyi namuslu (dürüst)
kimse sayar.
VII-
“Vicdan”
hürriyeti, inancına göre yaşama hürriyeti ve vicdani red karşısında Pozitif
Hukuk’un tutumu ne olmalıdır ?
Pozitif Hukuk, Tabii Hukuk’un temel ilkelerinde ve
dolayısıyla Sevgi’ de “ kökü sabit” olan Tuba Ağacı’nın meyvelerini dermelidir.
Namuslu=dürüst yaşamayı buyuran kural yaptırımlıdır, ne var ki Hukuk’un din
dayatma ve inanç araştırma yetkisi yoktur. İnancına göre yaşama hürriyeti de
başkasına zarar verme veya zarar tehlikesi söz konusu olmadıkça kabul edilmeli,
şu halde ilke olarak vicdani red üzerinde de düşünülmelidir.
Sonuç olarak:
Vicdan; Dürüstlük İlkesinin “batın”
ıdır. İç yüzüdür. Laiklik ilkesi bu batın ile savaşır ve batın ile
zahir’ in ilişkisini keserse, dürüstlük ilkesinin bireylerdeki kaynağını
kurutmuş, dalını kesmiş olur. Hukuk Devleti’nin laiklik ilkesi bu Pozitivist ilke
olamaz. Olamayacağı için de Anayasa’da doğru anlamda Laiklik ilkesi’ ne bu
terimle değil, şu formül, şu ifade ile yer verilmelidir: Türkiye
Cumhuriyeti; demokratik ve sosyal Hukuk Devleti’ dir. İnsan onurundan ve Hukuk
Devleti’nin temel ve evrensel ilkelerinden hiçbir dini, felsefi, siyasi görüş
karşısında ödün vermez.
Son olarak şunu de belirtmek de yarar görüyorum: 27
Ocak 2012 tarihli Taraf Gazetesi’nde Sn. Ümit Kardaş tarafından konumuzla çok
yakından ilgili ve değerli bir yazı yayınlanmıştır. Bu yazıda çok doğru olarak
“felsefeye dayanmayan hukuk, hukuk değildir” denmektedir. Hukukçunun sadece
bilgi değil, aynı zamanda vicdan sahibi olması gerektiği yine çok yerinde
olarak belirtilmektedir. Yine Tabii Hukuk’un 20. yüzyıldaki temsilcilerinden
olan Louis Le Fur’ün görüşü aktarılırken “metafiziği reddeden bir felsefeye
dayanan hukuk teorilerinin gerçeği yansıtamayacağı” çok ilgi çekici olarak
belirtilmektedir. Umarım ki doğru anlamda metafiziğin hukukçu için kaçınılmaz
gerekliliğini savunan bu yazıdaki görüşleri paylaşanlar çoğalır. Yaratıcı’nın
Sevgisine dayanan doğru ve evrensel metafizik hukuk pozitivizminin yanlış ve
tehlikeli metafiziğinin silinmesine yol açar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder