Bu Blogda Ara
27 Ağustos 2012 Pazartesi
21 Ağustos 2012 Salı
HÜSEYİN HATEMİ İLE YENİ ANAYASA ÜZERİNE
....Çünkü seçme bir insan hakkıdır. Neyin tezahürüdür? Hukuk devleti içinde yaşama hakkı yabancılar da dahil herkesin insan hakkıdır. Seçme genel olmalıdır ama seçilme bir kamu görevinin tevdiidir, emanetin tevdiidir. Bunda titizlikle ahlak şartları yanında mutlaka bilgi şartı da yasama meclisi üyelerinde aranmalıdır. Bakanların da yasama meclisi üyelerinden çıkacağı kuralı kabul edilirse bunlarda da aynı ahlak ve bilgi şartları aranmış olacaktır. Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilen bir devlet başkanı denge unsuru olarak kabul edilirse Cumhurbaşkanı için de aynı şartlar aranmalıdır....( Tümü İdeal Hukuk Dergisi 10. sayısında)
10 Ağustos 2012 Cuma
HUKUK VE AHLAK ARASINDAKİ İLİŞKİ (İDEAL HUKUK DERGİSİ 8. SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR)
Av. Nuray ERGİN
İyi ahlak için iyi yasalar
gereklidir. Yasalar da iyi ahlak olmadan korunamaz.”
Niccolo Machiavelli
HUKUK VE AHLAK ARASINDAKİ İLİŞKİ
Hukukun amacı başkalarına zarar verici
eylemleri yasaklamak olduğundan hukuk kurallarının ahlakla bir ilişkisi olması
doğaldır. İnsan toplulukları, toplumlaşma aşamasına geçtiklerinden bu yana, her
dönemde ahlâka sahip olmuşlardır. Buna karşılık devlet ve hukuk, ahlâka göre
daha geç ortaya çıkmış kavramlardır.
Devletsiz ve hukuksuz toplumlar olmuştur; fakat ahlâksız (bir ahlâka
sahip olmayan) toplum olmamıştır. Bu sebeple hukukun ahlakı sağlamak için
çıkmış olduğunu düşünebiliriz. Mesela verdiği sözü tutmak bir ahlak kuralıdır.
Ahde vefa olarak da bilinen ve sözlüklerde verdiği sözü yerine getirmek olarak
tanımlanan bu ahlak kuralı milletlerarası hukukun temel ilkesidir ve Borçlar
Hukukumuzda da bulunmaktadır. Vaat bir taraf söz vermesi iken Ahd iki tarafın
sözleşme yapması olarak tanımlanmaktadır. Ama hukukta bu hangi durumda
korunmaktadır. Hz. Mevlana Mesnevi de demiştir ki aşk da vefa da tıpkı elif
gibidir, bismilde gizlidir, ol olmadan besmele dile gelmez. O her şeyin
içindedir, görünmez.’’
Bu
yazıda öncelikle Hukuk ve Ahlak kavramlarını tanımlayarak irdelememiz gerekmektedir.
Hukuk ve ahlakın buyrukları dikkate alındığında, kural olarak ahlakın insandan
çok şey istediği görülür. Yani aslında ahlak hukuka göre daha kapsamlı bir
alanı düzenlemektedir.
Hukuk kelimesi Arapçada Hak’ ın çoğulu
olan Haklar anlamına geliyor. Kişinin davranışlarını düzenlemek için
toplumların gelenek ve göreneklere göre çeşitli aşamalar geçirerek bulunduğu
çevreye göre devletçe konulmuş farklı kuralların tümüne Hukuk deniyor. Ahlak ise Arapça "Hulk"
kelimesinin çoğulu olan " Ahlak" ise bireyin yaradılış, huy, karakter
ve de manevi niteliklerinin tümünü kapsayan bir kavram olarak tanımlanıyor. Bu
özellikler bireyde, yaratılıştan ve de bulunduğu ortam içersinde sonradan
edindiği iyi - kötü huy veya ahlaki değerlerin oluşumunu, davranış biçimlerini
de içeriyor. Aslında ahlaki kurallar herkes için aynı ve tek olmasına mukabil
insanların çeşitli uygulamaları ile bulunduğu ortam içersinde sonradan edindiği
iyi - kötü huylar ile günümüze kadar gelen süre içersinde farklı ülkelere,
dinlere, gelenek ve göreneklere, farklı toplum ve yörelere göre değişen kural
ve kavramlardan oluşmuştur.
Bilinen en basit tanımıyla ahlak;
insanların toplum içindeki davranışlarını ve birbirleriyle ilişkilerini
düzenlemek amacıyla başvurulan kurallar bütünü, başka insanların davranışlarını
olumlu ya da olumsuz biçimde yargılamakta kullanılan ölçütler bütünüdür.
İnsanın iç aleminde yaşattığı vicdan ile barışık olmak ve iyi bir insan olarak
yaşamak isteğinin ve içindeki iyilik ile kötülüğün savaşında iyiliğin hakim
olması duygularının dış aleme bir yansıması olarak ahlakı değerlendirirken; amacı
toplumsal düzen içerisinde adaleti gerçekleştirmek olan ve getirdiği
müeyyidelerle bunu sağlamaya çalışan hukukun düzgün işlemesi için de önemli ve etkili
olmaktadır. Bu yakın ilişki nedeniyledir ki hukuk kuralları hakkında “resmi
ahlak kuralları” biçiminde bir tanım da yapılabilmiştir.
Hukukla ahlak arasındaki aynı olan
hususlar olmasına mükabil ikisi arasında bir ayrım yapmak zorunludur. Bu
zorunluluğun temelinde yatan çeşitli nedenler vardır. Bunlardan ilki, hukukun
dışa, düşüncenin dış görünümüne, yani davranışlara yönelik olmasına karşın,
ahlakın içe, yani iç düşünceye yönelik olmasıdır.1 Demek ki hukuk insanın
dış davranışları ile ilgilenirken, ahlak insan eylemlerinin içteki hali ile ilgilenmektedir.
Bu nedenle ahlak kavramına bakışı kendi penceresinden kendi yetiştiği kültür
açısından değerlendiren çok farklı insanlar olacağından hukuka uygun olan bir
davranışın, ahlaka uygun olmadığı durumlar da olabilecektir.
Hukukun amacı adaleti sağlamak iken ahlak; doğru ve iyiye ulaşmak
ister. Hukuk da ahlak da insanların davranışlarını düzenler ve davranışlarına
sınırlamalar getirir. Ancak hukuk kurallarının yaptırımları vardır, ahlak
kurallarının yaptırımı yoktur. Hukuk kuralları yazılı olduğu halde ahlak
kuralları yazılı değildir. Lakin günümüzde çeşitli meslekler için ahlak
kuralları (code of ethics) giderek yazılı bir hale gelmekte olduğu için yazılı
olan ahlak kuralları da vardır. Hukuk kuralları dışa yönelik iken ahlak
kuralları içe yöneliktir. Hukuk kuralları devlet tarafından oluşturulur. Ahlak
kuralları ise insanın içinde yaşadığı toplum, din, anane, çevre ve sivil
organizasyonlar tarafından oluşturulur. Hukuk resmi ahlak kuralları iken ahlak
gayri resmi kurallar bütünüdür.2
Hukuk-ahlak ayrımını zorunlu kılan diğer
neden, ahlakın otonom olması, yürürlük kaynağının içte bulunması ve buna koşut
olarak, sorumlu olunan makamın da içte, (vicdan) olması, buna karşın hukukun
hetoronom olması, dolayısıyla yürürlük kaynağı ve sorumlu olunan makamın dışta
(devlet) olmasıdır. 3
Hukuk-ahlak
ayrımını zorunlu kılan üçüncü neden ise, hukuk normunun daha belirgin ve sade olmasına
karşılık, ahlakın temelde bireysel ve kişiden kişiye ve toplumdan topluma
değişen bir nitelik taşıması ve hukuka oranla daha karmaşık bir yapıda
bulunmasıdır.4 Aslında ahlak tek
olmasına rağmen kişiler gelenek ve göreneklere, farklı toplum ve yörelere
ve ailelerinden gördüğü kurallara göre değişen kural ve kavramlardan oluşan
kuralları vicdanında değiştirerek yaratıcının koyduğu kuralları kendisine uyarladığı
için ve o kadar uygulayabildiği için
ahlak kavramı daha karmaşık bir hale getirilmiştir. Çünkü kişi nefsi ile
mücadelesi sonucunda kendi yapabildiği kadarını en doğru kriter olarak görür ve
kendini orta yolu bulmuş olarak niteler. Burada insanı tanımak çok önemlidir.
En doğru benim diyen ve çevresindekileri eleştirerek onlardaki yanlışı gören ve
onları ahlaksızlıkla suçlayan kişi aslında aldanmıştır. Çünkü asıl olan kişinin
kendini en ahlaksız olarak bilmesi ve aynı nefse sahip olmamız nedeniyle aynı
ahlaksızlıkları işleyebilecek bir nefse sahip olduğumuzun farkında olmasını gerektirir.
Çünkü insan o ahlaki kaideyi işlemese bile merak etmesi, izlemesi hatta
ayıplaması bile onun meylini gösterir. Ve bu meyil her nefiste her insanda mevcuttur.
Ancak kişi nefsin isteklerini kendi isteği sanır ve nefsini tanıyamadığı için
de kendini tanıyamaz ve Rabbini de bilemez. Her insanda aynı nefis mevcuttur ve
yetiştiği ortam ve ailesinden gördüğü ne kadarına izin verirse o ölçüde o
kötülüğe meyil gösterir. Kuran’ da ahlakın anlatıldığı ayetleri incelersek
ahlak tektir ve aslında kişiden kişiye değişmez. Sadece uygulama kişiden kişiye
farklıdır. Biz nefis ile ruh arasında kendimize göre bir orta yol buluyor ve
onu doğru bilip herkesin o noktaya yakın olmasını murat ediyoruz. Kişinin
nefsini tanımaması sebebi ile ahlak kişiden kişiye değişmektedir. Evrensel ahlak
ve toplumsal ahlak kuralları ise herkes tarafından benimsenen ve belli olan
kurallardır. Bunlar da zaten herkesin standart olarak kötü olarak gördüğü ve
genel itibariyle hukukta da suç olan fiillerdir. Adam öldürmek, hırsızlık,
rüşvet, dolandırıcılık vb.
Hukuk kurallarıyla ahlak kuralları
arasındaki temel farklılık, hukuk kurallarının ahlak kurallarına göre yaptırım
gücünün yüksekliği, hukuk kurallarına aykırı davranıldığında devletin zor
kullanma yoluyla bu aykırılığı gidermesi veya hakkı yerine getirmesidir. Bunun
dışında, hukuk da ahlak da toplumsal düzen kurallarıdır; her ikisi de toplumun
birlikte yaşamasını sağlamaya, toplum düzenini ayakta tutmaya yarar.
Her ne kadar hukuk ve ahlak arasında farklılıklar bulunsa da, bu iki kural türü birbirini yok sayamaz. Her şeyden önce ahlak, meşru oldukları sürece hukuk kurallarına uygun davranmayı emretmekte, birçok hukuk kuralının temelinde de tüm insanlığa veya o topluma mal olmuş ahlaki anlayışlar yer almaktadır.
Her ne kadar hukuk ve ahlak arasında farklılıklar bulunsa da, bu iki kural türü birbirini yok sayamaz. Her şeyden önce ahlak, meşru oldukları sürece hukuk kurallarına uygun davranmayı emretmekte, birçok hukuk kuralının temelinde de tüm insanlığa veya o topluma mal olmuş ahlaki anlayışlar yer almaktadır.
Hukuk ve ahlakı ilgilendiren önemli bir kavram da vicdandır. Zira ahlak kişinin vicdanı ile hesaplaşmasını; hatta toplumsal vicdanda da toplumun kendisi ile hesaplaşmasını gerekli kılar. Hukukta ise, bir mahkeme kararının alınabilmesi için kurallar objektif ölçüler içerisinde hakimin vicdanının hakem olmasıdır.
Burada
hukuk ve ahlak kavramlarını değerlendirirken adalet ve vicdan kavramlarını da
irdelememiz gerekecektir. Hukuk adaleti sağlamak için var iken adaleti
sağlayacak olan vicdan burada önemli olmaktadır. Kişiye göre de doğrular
değişeceğine göre adaleti sağlayacak vicdanı nasıl geliştireceğiz. Anlıyoruz ki
bu kavramların hepsi insandaki vicdan ile sağlanacaktır. Anayasanın 138.
maddesinin 1. fıkrasında "Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar;
Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm
verirler." denilmektedir. Dikkat edilirse burada vurgu yapılan, kanun ve
hukuk değil, vicdani kanaattir. Çünkü, hâkimin hüküm verirken kendi vicdanı ile
başbaşa kalacağı ve ona göre bir değerlendirme yapacağı açıktır. Kanun ve hukuk
ise, vicdani kanaat oluşturulurken dikkate alınacak ölçü ve bir noktada da
sınırdır. Yani, vicdani kanaate göre karar vermek, keyfi karar vermek değildir.
Bu sebepledir ki, mahkeme kararları
gerekçeli olmalı, hem de hukuki ve mantıki örgü korunup neden sonuç ilişkisi
açıklanarak bir gerekçe oluşturulmalıdır. Görüldüğü üzere, sınırları ve ölçüsü
belirtilse de, hukukun son noktası, temel hukuk metni olan Anayasa'ya göre dahi
vicdandır.
Vicdan ve ahlakın hukuk içerisindeki önemi
sebebiyledir ki, hukukun temel meslek alanlarının kendine özgü meslek ilkeleri
vardır. Avukatlar, hâkimler, noterler kendileri için bağlayıcı olan bu meslek
ilkelerine uygun davranmak zorundadırlar; bu ilkelere aykırı davranışın ağırlığına
göre, basit bir takım disiplin cezalarından başlayıp meslekten çıkarmaya kadar
varan yaptırımlar söz konusu olacaktır. Bu meslek ilkelerinin özünde meslek
ahlakını korumak, daha güncel ifadesi ile hukuk etiğini yerleştirmek
yatmaktadır. Hukukun karar merciinde olan hâkimlerin sahip olmaları gereken
vasıfları eski hukukumuzda Mecelle'de (m. 1792) "Hâkim, fehim, müstakim ve emin, mekin, metin
olmalıdır." denilerek bugün de geçerli olan ölçülerde özel olarak sayılma
ihtiyacı duyulmuştur. Yine hukukun temel meslek alanlarında yer alacak kişiler,
hukuka bağlılıkları için yemin ederler; yemin ise, bir ahlaki bağlılık ve
yükümlülük doğurur. “Amerika’da
mesleğin ahlak kaidelerinin içinde (Avukatlık tacirlik değildir) diyen kaideler
varsa da avukatların bu kurala Amerika’ da bile riayet etmedikleri
bilinmektedir. Ancak ülkemizde de durum farklı değildir.
Hukuk, felsefi ya da pratikteki
tatbikat açısından eksiklerini, boşluklarını ikmal etse, kuralları ile tüm
uyuşmazlıkları kapsayan ve bunları çözebilecek gücü kudreti haiz olacak bir
konuma sahip de olsa, soyut kuralların elinde şekillendiği, kalıbını bulduğu
kişi sıfatıyla uyuşmazlıkta son sözü söyleyecek olan hâkim adaletin oluşumunu
etkileyecektir. O zaman burada hâkimin vicdanı ve ahlakı önemli olmaktadır.
Ayrıca kanunları yapan kanun koyucu da burada önemli olmaktadır. Anayasamızın 2802
sayılı kanunda hâkim ve savcıların tâbi olduğu ahlâkî yükümlülükler benzeri
düzenlemelerin, kanun koyucu için de geçerli olması gereklidir. Hükmü yer alır.
Kanunlar en azından evrensel ahlâkî değerlere uygun olabilecek bir denetime
tâbi tutulsa ve evrensel ahlâkî kriterlere uymayan kanunların iptali yoluna
gidilmesi beklenen bir davranış olarak daha iyi olurdu.
Hukukçu
da bir insandır ve bir vicdana sahiptir. Hukukta hakimin vicdanı o kadar
önemlidir ki hakimin kendi ahlak penceresine göre vicdanına göre vereceği karar
hakimin ve kural koyan kanun koyucunun ahlaka uygun hükümler verip vermemesine
sebep olacaktır. Bu durum da ahlak tanımının hukukta yapılmasını zorunlu
kulacaktır. Çünkü bu tanım yapılmazsa o zaman davaya bakan hakimlerin kişisel
ahlak ölçülerine göre takdir ettiği kararlar ortaya çıkacaktır. Burada hakimin
geniş bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Çünkü hukukta genel ahlak kavramı
bulunmasına rağmen bunun tanımı kişilerin vicdanlarına göre değişmektedir. Aynı
şey Yeni Borçlar Kanununun 49’uncu maddesine eklenen “…zarar verici fiili
yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile…” ibaresi ile kanun koyucunun bu
özellikli ilişkinin yönünü değiştirmesinde de geçerli olabilecektir. Zira bu
ibare ile tüm ahlak kuralları haksız fiili sorumluluğuna yol açan bir nedene
dönüştürülmüştür. En basit ahlak kuralının ihlal edilmesi neticesinde bile bu
ahlaki değeri sahiplenenler zarar gördüklerini iddia edecekleri herhangi bir
durumu, bir haksız fiil sorumluluğu doğduğundan bahisle mahkemeler önünde
tazminat taleplerine konu edebileceklerdir. Zira artık herhangi bir ahlak
kuralının hangi hukuk kuralıyla hangi ahlaki değeri koruduğunun bir önemi
kalmamıştır. Ve hepsinden de önemlisi Yeni Borçlar Kanunu 41’inci maddedeki
“…zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile…” ibaresi ile
bütün ahlak kuralları hukuk tarafından koruma altına alınmış bulunmaktadır. Burada
hakimin vicdani kanaati daha önemli olacaktır.6
İnsanlık tarihi boyunca temel ahlaki
değerlerin birçoğu zaman içerisinde hukuki norm haline gelmiştir. Kanunlar
genellikle yapılmaması gereken insan eylem ve davranışlarını belirlemiş ve
sınırlamıştır. Bir başka ifadeyle, insanların eylem ve davranışlarının ahlaki
ölçüleri, hukuksal norm haline dönüştürülmüştür. Ancak hukuk ve ahlak arasında
öteden beri bir çatışma da süregelmektedir. Bu da kişilerin ahlakı tek olarak
değil de kendi yaşamlarında yer aldığı kadar görmelerinden kaynaklanır.
Hukukun
kaynağı konusunda ise Duguit ve Kelsen gibi iki büyük hukukçu farklı cümlelerle
de olsa toplum şuuruna, din, ahlâk gibi evrensel değerlere göndermeler
yapmaktadır. Pozitivizmi temsil eden Duguit’e göre hukuk kurallarının kaynağı
toplumu meydana getiren insanların kolektif şuurudur. Bu şuura aykırı olarak
konulan kurallar ölü doğacağından yürürlük şansı olmayacaktır. Kelsen’e göre,
anayasa dahil tüm normlar geçerliliğini temel bir normdan alır. Temel normun
geçerliliği siyaset, ahlâk ve dine dayanır. Hukuk felsefesi açısından hukukun
kaynağı konusunda yapılan tartışmalarda örnek olarak verdiğimiz hukukçuların
düşünceleri gibi bu konuya hakim olan düşünce: hukukun kaynağının toplum
vicdanı, halk şuuru, ahlâk, din gibi evrensel referanslar olması şeklindedir.
Adalet, toplumların ahlâk anlayışlarından ortaya çıkar. Ayrıca tüm insan
ilişkilerinin üstünde, hukukun genel ilkesi olarak da onlara yol gösterir.
Bu yazıda, bizim vurgulamak ise istediğimiz
hukuk kurallarını koyarken, hukuku öğretirken, hukuku uygularken hukuk
kurallarını, kişiden kişiye toplumdan topluma kültürden kültüre değişen hangi
vicdan ve ahlak kavramlarına göre
değerlendireceğimiz ve devlet hukuk kuralları ile ahlakı sağlayabilir mi
sorularına tefekkürüne bir bakıştan ibarettir.
İnsanların vicdanları bireysel ahlakı
oluştururken bireylerin ahlakı da toplumların ahlakını oluşturur. O zaman
vicdanımız bütün bir toplumu etkilemektedir. Bir ahlaki kural toplumun büyük
çoğunluğu tarafından benimsenince de o kural toplumsal ahlak kuralını
oluşturmaktadır.Ancak şu an Avrupa’ dan iktibas ederek aldığımız hukuk
kuralları bizim bireysel ve toplumsal ahlakımızla ne kadar uyuşmaktadır. Hukuk
ahlakı ahlak da hukuku etkilediğine ve her insan kendi vicdanında kendine bazı
kurallar koysa da toplumsal ahlak ile çelişen bir hukuk kuralının işlenip
işlenmemesi bireylerin vicdanına kalacaktır. Özellikle zinanın suç olmaktan
çıkarılması bu kapsamda değerlendirilmelidir. Zinanın suç olmaktan çıkarılması
bizim toplumsal ahlakımızda ne kadar yer almaktadır. Bu konuda her birey farklı
bir vicdan anlayışına sahip olabilir.Ancak bütün hukukçuların yani hukuk eğitimi alan
herkesin genel bir vicdan, ahlak ve etik değerleri olmalıdır ki kuru bir bilgi
yüklemesi yapılan ve önündeki yanlış örneklere bakarak rüşvet almayı ve vermeyi
normal kabul eden hukukçular ortaya çıkmasın.Ortaya hukuki bir karar çıksın, hukukla
çelişen siyasi kararlar oluşmasın. Ahlaklı, etik değerlere sahip ve vicdani kanaata
sahip hukukçuların çoğalması hem adaletin sağlanmasına ve kanunların yapılırken
ve uygulanırken de en iyi ve doğru olana ulaşmak için gerekli görülmektedir. Ahlakın
yüksek noktasını gösteren, Mevlana Celaleddin Rumi’ nin dediği gibi’’Bir toplumda rüşvet yaygın hale
gelirse, adalet mekanizması felç olur, zalimle mazlum birbirinden ayrılamaz.(
Mesnevî, I / 1347) Mevlâna; insanlara sevgiyi, aşkı
anlatırken, örnek insan olmaktan ve ahlaktan da bahsetmiştir. Mevlana’ya göre
evrensel ahlak odur ki ancak güzel ahlak sahibi ve
gönül alemi zengin fertlerden oluşan toplum mutlu ve huzurlu olacak, manevi
eğitimle kötü huylardan arınmak ve yüksek ahlaki
değerler kazanmak mümkün olacaktır. Güzel huyların insana kazandıracağı değeri,
diğer yandan kötü huyların da insandan alıp götürdüklerini hemen her fırsatta
dile getirir. Ancak ahlaki güzelliğin, ya da onun
diliyle edebin gösterişte kalmaması, gönülde yerleşmesi şarttır. (Mesnevî, II/3249-50)
Bunun için hırs, kıskançlık, kibir, yalan, iki yüzlülük, gıybet gibi kötü
huylar terk edilmelidir. Zira hırs, insanın temiz bir göz, akıl ve kulak
edinmesine manidir; kalbi körleştirir. (Mesnevî, II / 575) Bu çerçevede
baktığımızda bu yüksek ahlak sahibi olmak içindir. Ve her ahlaklıdan daha
ahlaklısı olacaktır. İşte hukuk bu yüksek ahlakı sağlamaz. Sadece insanın
içinde geçirdiği manevi eğitim bunu sağlayabilir. Ancak hukuk toplumda
insanların birbirlerine zarar vermesini engellemeye çalışır. Oysa ahlak
karşılık beklemeden iyilik yapmayı, birine zararsız yalanlar söylememeyi,
fakire vermeyi ve her yaratılana sevgi ile bakmayı da içerir. Bu yüksek ahlak
kişinin bu ahlakı yaşamak istemesine bağlıdır ve içten gelir. Oysa hukuk cezası
olduğu için kişinin o fiili yapmasını engeller.
Mevlana toplumsal düzenin sağlanması için
Ahlakı bir ön şart olarak kabul etmektedir. Ahlaklı olabilmek içinde, insanın Kuran’
daki ahlak anlayışına (anlayışını anlaması gerekmektedir) uygun bir hayat
yaşamasına ve nefsin terbiye edilmesi gerektiğine inanan bir mutasavvıftır.
Bütün kötü huyların kaynağının nefisten kaynaklandığına inanan Mevlana, insanı haset,
kin, gurur, riya, kibir, gadab, ucb ve oburluktan, şehvetten, mevki ve makam
sahibi olma hırsından korunması konusunda uyarır.
Ancak eşcinsel evliliklerin yapılabildiği, sperm
bankası gibi bankalardan alınan spermlerle çocuk sahibi olabilmenin, taşıyıcı anneliğin
ve akraba amca, dayı, teyze, hala ile evlenmenin kanunlarla meşrulaştığı Avrupa
ülkelerinin ahlak kuralları bizim için ne kadar doğrudur. Ahlak kuralları
toplumun düzeni ile ilgilidir. Aile hukuku aileyi, toplumu ve çocuğu korumayı amaçlar.
Herkesin zina yaptığı bir toplum düşünelim bu kuralın suç olmasına karşı
çıkanlar bile bu kuralın nasıl kendilerini koruduklarını anlarlar. Bu da
insanın kendi nefsinde kendi yaptığı zaman meşru gördükleri bir olayı kendine
yapılmasını istememesinden de kaynaklanır. Ülkemizde hukukun vicdan ve ahlak
sorunu vardır. Acaba dışarıdan iktibas ederek aldığımız kurallar ne kadar
bizimle örtüşmektedir. Hem Avrupa ülkelerindeki kanunlara hakim hem de
bulunduğu coğrafyanın kültür ve ahlak anlayışına sahip etik değerleri olan
sadece kuru bir hukuk bilgisine sahip olan değil aynı zamanda vicdan ve ahlak
anlayışı olan toplumsal ahlakı korumayı hedefleyen hukukçulara ihtiyaç vardır.
Bunlar sadece yazıda ve ya sözde kalmamalı uygulamaya geçiren bir tabirle
idealist ahlakçı ve vicdanlı hukukçulara ihtiyaç artmaktadır. Açıkçası
hukukçular diğer kişilere kıyasla manevi bir eğitimden geçirilmelidir. Ancak
isterse kişi kendini de o manevi eğitimden geçirebilir ve sadece bilgi
yüklemesi yaparak aklını doyurmak kadar vicdanını da o yüksek ahlak seviyesine
çıkarmaya çalışmalıdır ki hukuk ahlak ve adaletle çatışma içinde olmasın.
Bulunduğumuz coğrafyanın ahlak anlayışının önderleri Mevlana’nın ve Yunus Emre’nin
dediği ve bize anlatmaya çalıştığı gibi ancak aşk bu yüksek ve güzel ahlakı
sağlar. Aşk olursa vicdan en güzel ahlaka sahip olmaya zaten isteyerek yönelir
ve hukukçular da o yüksek ahlak penceresinden daha adil ve doğru kararlar
verir.
Ahlak ve hukukun uyuşması gerekir.
Ahlak aslında tektir. Ahlak kişiden kişiye, toplumdan topluma, çağdan çağa değişmez.
Ancak insan kendi yaşadığı kadar ahlakı benimser. Bu da kişinin nefsiyle
ilgilidir. Kötülüğü emreden nefsin peşine gidenler yaptıklarını meşrulaştırmak
için aynısının başkaları tarafından da yapılmasını ancak kendilerine
yapılmamasını isterler. Avrupa’nın demokratik hukuk devleti olma ilkelerini
iktibas etmeliyiz ancak aile hukukumuzu onlara göre ayarlamamalıyız.
Sonuç itibariyle hukuk ahlakla
çatışmasını herkesin kendi yaşadığı kadar kendi penceresinden ahlakı
tanımlamasından kaynaklanır. Ve o ahlak anlayışıyla karar verir. Kişinin nefsini tanımaması sebebi ile ahlak
kişiden kişiye değişmekte olduğundan aynı konuda farklı kararlar
çıkabilmektedir. Kişinin kendi bakış açısı ile verdiği kararlar ahlak
kavramının içini boşaltmaktadır. O sebeple ahlak kanunlarla doğru olarak
tanımlanmalı ve herkes benzer olayda aynı kararı alabilmelidir.
KAYNAKLAR
Öktem,
s.65
C.C.Aktan, Ahlak ve Ahlak Felsefesi
İsmail Kıllıoğlu, Ahlak Hukuk İlişkisi, Marmara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı y. İstanbul, 1988, s.148
Bedia Akarsu, Ahlak Öğretileri I Mutluluk Ahlakı,
İÜEF y., İstanbul, 1970, s.1
Hüseyin Hatemi, Hukuka ve Ahlaka Aykırılık Kavramı
ve Sonuçları, Sulhi Garan Matbaası, İstanbul, 1976, s.27
Av.İnanç
KARA Hukuk Dışı bir alan olarak ahlakilik y a da hukuksuz ahlaksızlık hali
olarak Yeni Borçlar Kanununda Haksız Fiil Sorumluluğu
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)