Bu Blogda Ara

21 Ağustos 2012 Salı

HÜSEYİN HATEMİ İLE YENİ ANAYASA ÜZERİNE


....Çünkü seçme bir insan hakkıdır. Neyin tezahürüdür? Hukuk devleti içinde yaşama hakkı yabancılar da dahil herkesin insan hakkıdır. Seçme genel olmalıdır ama seçilme bir kamu görevinin tevdiidir, emanetin tevdiidir. Bunda titizlikle ahlak şartları yanında mutlaka bilgi şartı da yasama meclisi üyelerinde aranmalıdır. Bakanların da yasama meclisi üyelerinden çıkacağı kuralı kabul edilirse  bunlarda da aynı ahlak ve bilgi şartları aranmış olacaktır. Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilen bir devlet başkanı denge unsuru olarak kabul edilirse Cumhurbaşkanı için de aynı şartlar aranmalıdır....( Tümü İdeal Hukuk Dergisi 10. sayısında)

10 Ağustos 2012 Cuma

HUKUK VE AHLAK ARASINDAKİ İLİŞKİ (İDEAL HUKUK DERGİSİ 8. SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR)


                                                             Av. Nuray ERGİN

İyi ahlak için iyi yasalar gereklidir. Yasalar da iyi ahlak olmadan korunamaz.”
Niccolo Machiavelli

                HUKUK VE AHLAK ARASINDAKİ İLİŞKİ
          Hukukun amacı başkalarına zarar verici eylemleri yasaklamak olduğundan hukuk kurallarının ahlakla bir ilişkisi olması doğaldır. İnsan toplulukları, toplumlaşma aşamasına geçtiklerinden bu yana, her dönemde ahlâka sahip olmuşlardır. Buna karşılık devlet ve hukuk, ahlâka göre daha geç ortaya çıkmış kavramlardır.  Devletsiz ve hukuksuz toplumlar olmuştur; fakat ahlâksız (bir ahlâka sahip olmayan) toplum olmamıştır. Bu sebeple hukukun ahlakı sağlamak için çıkmış olduğunu düşünebiliriz. Mesela verdiği sözü tutmak bir ahlak kuralıdır. Ahde vefa olarak da bilinen ve sözlüklerde verdiği sözü yerine getirmek olarak tanımlanan bu ahlak kuralı milletlerarası hukukun temel ilkesidir ve Borçlar Hukukumuzda da bulunmaktadır. Vaat bir taraf söz vermesi iken Ahd iki tarafın sözleşme yapması olarak tanımlanmaktadır. Ama hukukta bu hangi durumda korunmaktadır. Hz. Mevlana Mesnevi de demiştir ki aşk da vefa da tıpkı elif gibidir, bismilde gizlidir, ol olmadan besmele dile gelmez. O her şeyin içindedir, görünmez.’’
        Bu yazıda öncelikle Hukuk ve Ahlak kavramlarını tanımlayarak irdelememiz gerekmektedir. Hukuk ve ahlakın buyrukları dikkate alındığında, kural olarak ahlakın insandan çok şey istediği görülür. Yani aslında ahlak hukuka göre daha kapsamlı bir alanı düzenlemektedir.

       Hukuk kelimesi Arapçada Hak’ ın çoğulu olan Haklar anlamına geliyor. Kişinin davranışlarını düzenlemek için toplumların gelenek ve göreneklere göre çeşitli aşamalar geçirerek bulunduğu çevreye göre devletçe konulmuş farklı kuralların tümüne Hukuk deniyor. Ahlak ise Arapça "Hulk" kelimesinin çoğulu olan " Ahlak" ise bireyin yaradılış, huy, karakter ve de manevi niteliklerinin tümünü kapsayan bir kavram olarak tanımlanıyor. Bu özellikler bireyde, yaratılıştan ve de bulunduğu ortam içersinde sonradan edindiği iyi - kötü huy veya ahlaki değerlerin oluşumunu, davranış biçimlerini de içeriyor. Aslında ahlaki kurallar herkes için aynı ve tek olmasına mukabil insanların çeşitli uygulamaları ile bulunduğu ortam içersinde sonradan edindiği iyi - kötü huylar ile günümüze kadar gelen süre içersinde farklı ülkelere, dinlere, gelenek ve göreneklere, farklı toplum ve yörelere göre değişen kural ve kavramlardan oluşmuştur.
          Bilinen en basit tanımıyla ahlak; insanların toplum içindeki davranışlarını ve birbirleriyle ilişkilerini düzenlemek amacıyla başvurulan kurallar bütünü, başka insanların davranışlarını olumlu ya da olumsuz biçimde yargılamakta kullanılan ölçütler bütünüdür. İnsanın iç aleminde yaşattığı vicdan ile barışık olmak ve iyi bir insan olarak yaşamak isteğinin ve içindeki iyilik ile kötülüğün savaşında iyiliğin hakim olması duygularının dış aleme bir yansıması olarak ahlakı değerlendirirken; amacı toplumsal düzen içerisinde adaleti gerçekleştirmek olan ve getirdiği müeyyidelerle bunu sağlamaya çalışan hukukun düzgün işlemesi için de önemli ve etkili olmaktadır. Bu yakın ilişki nedeniyledir ki hukuk kuralları hakkında “resmi ahlak kuralları” biçiminde bir tanım da yapılabilmiştir.

          Hukukla ahlak arasındaki aynı olan hususlar olmasına mükabil ikisi arasında bir ayrım yapmak zorunludur. Bu zorunluluğun temelinde yatan çeşitli nedenler vardır. Bunlardan ilki, hukukun dışa, düşüncenin dış görünümüne, yani davranışlara yönelik olmasına karşın, ahlakın içe, yani iç düşünceye yönelik olmasıdır.1 Demek ki hukuk insanın dış davranışları ile ilgilenirken, ahlak insan eylemlerinin içteki hali ile ilgilenmektedir. Bu nedenle ahlak kavramına bakışı kendi penceresinden kendi yetiştiği kültür açısından değerlendiren çok farklı insanlar olacağından hukuka uygun olan bir davranışın, ahlaka uygun olmadığı durumlar da olabilecektir.

         Hukukun amacı adaleti sağlamak iken ahlak; doğru ve iyiye ulaşmak ister. Hukuk da ahlak da insanların davranışlarını düzenler ve davranışlarına sınırlamalar getirir. Ancak hukuk kurallarının yaptırımları vardır, ahlak kurallarının yaptırımı yoktur. Hukuk kuralları yazılı olduğu halde ahlak kuralları yazılı değildir. Lakin günümüzde çeşitli meslekler için ahlak kuralları (code of ethics) giderek yazılı bir hale gelmekte olduğu için yazılı olan ahlak kuralları da vardır. Hukuk kuralları dışa yönelik iken ahlak kuralları içe yöneliktir. Hukuk kuralları devlet tarafından oluşturulur. Ahlak kuralları ise insanın içinde yaşadığı toplum, din, anane, çevre ve sivil organizasyonlar tarafından oluşturulur. Hukuk resmi ahlak kuralları iken ahlak gayri resmi kurallar bütünüdür.2

          Hukuk-ahlak ayrımını zorunlu kılan diğer neden, ahlakın otonom olması, yürürlük kaynağının içte bulunması ve buna koşut olarak, sorumlu olunan makamın da içte, (vicdan) olması, buna karşın hukukun hetoronom olması, dolayısıyla yürürlük kaynağı ve sorumlu olunan makamın dışta (devlet) olmasıdır. 3

         Hukuk-ahlak ayrımını zorunlu kılan üçüncü neden ise, hukuk normunun daha belirgin ve sade olmasına karşılık, ahlakın temelde bireysel ve kişiden kişiye ve toplumdan topluma değişen bir nitelik taşıması ve hukuka oranla daha karmaşık bir yapıda bulunmasıdır.4 Aslında ahlak tek olmasına rağmen kişiler  gelenek ve göreneklere, farklı toplum ve yörelere ve ailelerinden gördüğü kurallara göre değişen kural ve kavramlardan oluşan kuralları vicdanında değiştirerek yaratıcının koyduğu kuralları kendisine uyarladığı için ve  o kadar uygulayabildiği için ahlak kavramı daha karmaşık bir hale getirilmiştir. Çünkü kişi nefsi ile mücadelesi sonucunda kendi yapabildiği kadarını en doğru kriter olarak görür ve kendini orta yolu bulmuş olarak niteler. Burada insanı tanımak çok önemlidir. En doğru benim diyen ve çevresindekileri eleştirerek onlardaki yanlışı gören ve onları ahlaksızlıkla suçlayan kişi aslında aldanmıştır. Çünkü asıl olan kişinin kendini en ahlaksız olarak bilmesi ve aynı nefse sahip olmamız nedeniyle aynı ahlaksızlıkları işleyebilecek bir nefse sahip olduğumuzun farkında olmasını gerektirir. Çünkü insan o ahlaki kaideyi işlemese bile merak etmesi, izlemesi hatta ayıplaması bile onun meylini gösterir. Ve bu meyil her nefiste her insanda mevcuttur. Ancak kişi nefsin isteklerini kendi isteği sanır ve nefsini tanıyamadığı için de kendini tanıyamaz ve Rabbini de bilemez. Her insanda aynı nefis mevcuttur ve yetiştiği ortam ve ailesinden gördüğü ne kadarına izin verirse o ölçüde o kötülüğe meyil gösterir. Kuran’ da ahlakın anlatıldığı ayetleri incelersek ahlak tektir ve aslında kişiden kişiye değişmez. Sadece uygulama kişiden kişiye farklıdır. Biz nefis ile ruh arasında kendimize göre bir orta yol buluyor ve onu doğru bilip herkesin o noktaya yakın olmasını murat ediyoruz. Kişinin nefsini tanımaması sebebi ile ahlak kişiden kişiye değişmektedir. Evrensel ahlak ve toplumsal ahlak kuralları ise herkes tarafından benimsenen ve belli olan kurallardır. Bunlar da zaten herkesin standart olarak kötü olarak gördüğü ve genel itibariyle hukukta da suç olan fiillerdir. Adam öldürmek, hırsızlık, rüşvet, dolandırıcılık vb.

         Hukuk kurallarıyla ahlak kuralları arasındaki temel farklılık, hukuk kurallarının ahlak kurallarına göre yaptırım gücünün yüksekliği, hukuk kurallarına aykırı davranıldığında devletin zor kullanma yoluyla bu aykırılığı gidermesi veya hakkı yerine getirmesidir. Bunun dışında, hukuk da ahlak da toplumsal düzen kurallarıdır; her ikisi de toplumun birlikte yaşamasını sağlamaya, toplum düzenini ayakta tutmaya yarar.
Her ne kadar hukuk ve ahlak arasında farklılıklar bulunsa da, bu iki kural türü birbirini yok sayamaz. Her şeyden önce ahlak, meşru oldukları sürece hukuk kurallarına uygun davranmayı emretmekte, birçok hukuk kuralının temelinde de tüm insanlığa veya o topluma mal olmuş ahlaki anlayışlar yer almaktadır.

          Hukuk ve ahlakı ilgilendiren önemli bir kavram da vicdandır. Zira ahlak kişinin vicdanı ile hesaplaşmasını; hatta toplumsal vicdanda da toplumun kendisi ile hesaplaşmasını gerekli kılar. Hukukta ise, bir mahkeme kararının alınabilmesi için kurallar objektif ölçüler içerisinde hakimin vicdanının hakem olmasıdır.
          Burada hukuk ve ahlak kavramlarını değerlendirirken adalet ve vicdan kavramlarını da irdelememiz gerekecektir. Hukuk adaleti sağlamak için var iken adaleti sağlayacak olan vicdan burada önemli olmaktadır. Kişiye göre de doğrular değişeceğine göre adaleti sağlayacak vicdanı nasıl geliştireceğiz. Anlıyoruz ki bu kavramların hepsi insandaki vicdan ile sağlanacaktır. Anayasanın 138. maddesinin 1. fıkrasında "Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler." denilmektedir. Dikkat edilirse burada vurgu yapılan, kanun ve hukuk değil, vicdani kanaattir. Çünkü, hâkimin hüküm verirken kendi vicdanı ile başbaşa kalacağı ve ona göre bir değerlendirme yapacağı açıktır. Kanun ve hukuk ise, vicdani kanaat oluşturulurken dikkate alınacak ölçü ve bir noktada da sınırdır. Yani, vicdani kanaate göre karar vermek, keyfi karar vermek değildir.  Bu sebepledir ki, mahkeme kararları gerekçeli olmalı, hem de hukuki ve mantıki örgü korunup neden sonuç ilişkisi açıklanarak bir gerekçe oluşturulmalıdır. Görüldüğü üzere, sınırları ve ölçüsü belirtilse de, hukukun son noktası, temel hukuk metni olan Anayasa'ya göre dahi vicdandır.
           Vicdan ve ahlakın hukuk içerisindeki önemi sebebiyledir ki, hukukun temel meslek alanlarının kendine özgü meslek ilkeleri vardır. Avukatlar, hâkimler, noterler kendileri için bağlayıcı olan bu meslek ilkelerine uygun davranmak zorundadırlar; bu ilkelere aykırı davranışın ağırlığına göre, basit bir takım disiplin cezalarından başlayıp meslekten çıkarmaya kadar varan yaptırımlar söz konusu olacaktır. Bu meslek ilkelerinin özünde meslek ahlakını korumak, daha güncel ifadesi ile hukuk etiğini yerleştirmek yatmaktadır. Hukukun karar merciinde olan hâkimlerin sahip olmaları gereken vasıfları eski hukukumuzda Mecelle'de (m. 1792) "Hâkim,  fehim, müstakim ve emin, mekin, metin olmalıdır." denilerek bugün de geçerli olan ölçülerde özel olarak sayılma ihtiyacı duyulmuştur. Yine hukukun temel meslek alanlarında yer alacak kişiler, hukuka bağlılıkları için yemin ederler; yemin ise, bir ahlaki bağlılık ve yükümlülük doğurur. “Amerika’da mesleğin ahlak kaidelerinin içinde (Avukatlık tacirlik değildir) diyen kaideler varsa da avukatların bu kurala Amerika’ da bile riayet etmedikleri bilinmektedir. Ancak ülkemizde de durum farklı değildir.
          Hukuk, felsefi ya da pratikteki tatbikat açısından eksiklerini, boşluklarını ikmal etse, kuralları ile tüm uyuşmazlıkları kapsayan ve bunları çözebilecek gücü kudreti haiz olacak bir konuma sahip de olsa, soyut kuralların elinde şekillendiği, kalıbını bulduğu kişi sıfatıyla uyuşmazlıkta son sözü söyleyecek olan hâkim adaletin oluşumunu etkileyecektir. O zaman burada hâkimin vicdanı ve ahlakı önemli olmaktadır. Ayrıca kanunları yapan kanun koyucu da burada önemli olmaktadır. Anayasamızın 2802 sayılı kanunda hâkim ve savcıların tâbi olduğu ahlâkî yükümlülükler benzeri düzenlemelerin, kanun koyucu için de geçerli olması gereklidir. Hükmü yer alır. Kanunlar en azından evrensel ahlâkî değerlere uygun olabilecek bir denetime tâbi tutulsa ve evrensel ahlâkî kriterlere uymayan kanunların iptali yoluna gidilmesi beklenen bir davranış olarak daha iyi olurdu.

        Hukukçu da bir insandır ve bir vicdana sahiptir. Hukukta hakimin vicdanı o kadar önemlidir ki hakimin kendi ahlak penceresine göre vicdanına göre vereceği karar hakimin ve kural koyan kanun koyucunun ahlaka uygun hükümler verip vermemesine sebep olacaktır. Bu durum da ahlak tanımının hukukta yapılmasını zorunlu kulacaktır. Çünkü bu tanım yapılmazsa o zaman davaya bakan hakimlerin kişisel ahlak ölçülerine göre takdir ettiği kararlar ortaya çıkacaktır. Burada hakimin geniş bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Çünkü hukukta genel ahlak kavramı bulunmasına rağmen bunun tanımı kişilerin vicdanlarına göre değişmektedir. Aynı şey Yeni Borçlar Kanununun 49’uncu maddesine eklenen “…zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile…” ibaresi ile kanun koyucunun bu özellikli ilişkinin yönünü değiştirmesinde de geçerli olabilecektir. Zira bu ibare ile tüm ahlak kuralları haksız fiili sorumluluğuna yol açan bir nedene dönüştürülmüştür. En basit ahlak kuralının ihlal edilmesi neticesinde bile bu ahlaki değeri sahiplenenler zarar gördüklerini iddia edecekleri herhangi bir durumu, bir haksız fiil sorumluluğu doğduğundan bahisle mahkemeler önünde tazminat taleplerine konu edebileceklerdir. Zira artık herhangi bir ahlak kuralının hangi hukuk kuralıyla hangi ahlaki değeri koruduğunun bir önemi kalmamıştır. Ve hepsinden de önemlisi Yeni Borçlar Kanunu 41’inci maddedeki “…zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile…” ibaresi ile bütün ahlak kuralları hukuk tarafından koruma altına alınmış bulunmaktadır. Burada hakimin vicdani kanaati daha önemli olacaktır.6

          İnsanlık tarihi boyunca temel ahlaki değerlerin birçoğu zaman içerisinde hukuki norm haline gelmiştir. Kanunlar genellikle yapılmaması gereken insan eylem ve davranışlarını belirlemiş ve sınırlamıştır. Bir başka ifadeyle, insanların eylem ve davranışlarının ahlaki ölçüleri, hukuksal norm haline dönüştürülmüştür. Ancak hukuk ve ahlak arasında öteden beri bir çatışma da süregelmektedir. Bu da kişilerin ahlakı tek olarak değil de kendi yaşamlarında yer aldığı kadar görmelerinden kaynaklanır.

          Hukukun kaynağı konusunda ise Duguit ve Kelsen gibi iki büyük hukukçu farklı cümlelerle de olsa toplum şuuruna, din, ahlâk gibi evrensel değerlere göndermeler yapmaktadır. Pozitivizmi temsil eden Duguit’e göre hukuk kurallarının kaynağı toplumu meydana getiren insanların kolektif şuurudur. Bu şuura aykırı olarak konulan kurallar ölü doğacağından yürürlük şansı olmayacaktır. Kelsen’e göre, anayasa dahil tüm normlar geçerliliğini temel bir normdan alır. Temel normun geçerliliği siyaset, ahlâk ve dine dayanır. Hukuk felsefesi açısından hukukun kaynağı konusunda yapılan tartışmalarda örnek olarak verdiğimiz hukukçuların düşünceleri gibi bu konuya hakim olan düşünce: hukukun kaynağının toplum vicdanı, halk şuuru, ahlâk, din gibi evrensel referanslar olması şeklindedir. Adalet, toplumların ahlâk anlayışlarından ortaya çıkar. Ayrıca tüm insan ilişkilerinin üstünde, hukukun genel ilkesi olarak da onlara yol gösterir.
          Bu yazıda, bizim vurgulamak ise istediğimiz hukuk kurallarını koyarken, hukuku öğretirken, hukuku uygularken hukuk kurallarını, kişiden kişiye toplumdan topluma kültürden kültüre değişen hangi vicdan  ve ahlak kavramlarına göre değerlendireceğimiz ve devlet hukuk kuralları ile ahlakı sağlayabilir mi sorularına tefekkürüne bir bakıştan ibarettir.

           İnsanların vicdanları bireysel ahlakı oluştururken bireylerin ahlakı da toplumların ahlakını oluşturur. O zaman vicdanımız bütün bir toplumu etkilemektedir. Bir ahlaki kural toplumun büyük çoğunluğu tarafından benimsenince de o kural toplumsal ahlak kuralını oluşturmaktadır.Ancak şu an Avrupa’ dan iktibas ederek aldığımız hukuk kuralları bizim bireysel ve toplumsal ahlakımızla ne kadar uyuşmaktadır. Hukuk ahlakı ahlak da hukuku etkilediğine ve her insan kendi vicdanında kendine bazı kurallar koysa da toplumsal ahlak ile çelişen bir hukuk kuralının işlenip işlenmemesi bireylerin vicdanına kalacaktır. Özellikle zinanın suç olmaktan çıkarılması bu kapsamda değerlendirilmelidir. Zinanın suç olmaktan çıkarılması bizim toplumsal ahlakımızda ne kadar yer almaktadır. Bu konuda her birey farklı bir vicdan anlayışına sahip olabilir.Ancak  bütün hukukçuların yani hukuk eğitimi alan herkesin genel bir vicdan, ahlak ve etik değerleri olmalıdır ki kuru bir bilgi yüklemesi yapılan ve önündeki yanlış örneklere bakarak rüşvet almayı ve vermeyi normal kabul eden hukukçular ortaya çıkmasın.Ortaya hukuki bir karar çıksın, hukukla çelişen siyasi kararlar oluşmasın. Ahlaklı, etik değerlere sahip ve vicdani kanaata sahip hukukçuların çoğalması hem adaletin sağlanmasına ve kanunların yapılırken ve uygulanırken de en iyi ve doğru olana ulaşmak için gerekli görülmektedir. Ahlakın yüksek noktasını gösteren, Mevlana Celaleddin Rumi’ nin dediği gibi’’Bir toplumda rüşvet yaygın hale gelirse, adalet mekanizması felç olur, zalimle mazlum birbirinden ayrılamaz.( Mesnevî, I / 1347) Mevlâna; insanlara sevgiyi, aşkı anlatırken, örnek insan olmaktan ve ahlaktan da bahsetmiştir. Mevlana’ya göre evrensel ahlak odur ki ancak güzel ahlak sahibi ve gönül alemi zengin fertlerden oluşan toplum mutlu ve huzurlu olacak, manevi eğitimle kötü huylardan arınmak ve yüksek ahlaki değerler kazanmak mümkün olacaktır. Güzel huyların insana kazandıracağı değeri, diğer yandan kötü huyların da insandan alıp götürdüklerini hemen her fırsatta dile getirir. Ancak ahlaki güzelliğin, ya da onun diliyle edebin gösterişte kalmaması, gönülde yerleşmesi şarttır. (Mesnevî, II/3249-50) Bunun için hırs, kıskançlık, kibir, yalan, iki yüzlülük, gıybet gibi kötü huylar terk edilmelidir. Zira hırs, insanın temiz bir göz, akıl ve kulak edinmesine manidir; kalbi körleştirir. (Mesnevî, II / 575) Bu çerçevede baktığımızda bu yüksek ahlak sahibi olmak içindir. Ve her ahlaklıdan daha ahlaklısı olacaktır. İşte hukuk bu yüksek ahlakı sağlamaz. Sadece insanın içinde geçirdiği manevi eğitim bunu sağlayabilir. Ancak hukuk toplumda insanların birbirlerine zarar vermesini engellemeye çalışır. Oysa ahlak karşılık beklemeden iyilik yapmayı, birine zararsız yalanlar söylememeyi, fakire vermeyi ve her yaratılana sevgi ile bakmayı da içerir. Bu yüksek ahlak kişinin bu ahlakı yaşamak istemesine bağlıdır ve içten gelir. Oysa hukuk cezası olduğu için kişinin o fiili yapmasını engeller. Mevlana toplumsal düzenin sağlanması için Ahlakı bir ön şart olarak kabul etmektedir. Ahlaklı olabilmek içinde, insanın Kuran’ daki ahlak anlayışına (anlayışını anlaması gerekmektedir) uygun bir hayat yaşamasına ve nefsin terbiye edilmesi gerektiğine inanan bir mutasavvıftır. Bütün kötü huyların kaynağının nefisten kaynaklandığına inanan Mevlana, insanı haset, kin, gurur, riya, kibir, gadab, ucb ve oburluktan, şehvetten, mevki ve makam sahibi olma hırsından korunması konusunda uyarır.
          Ancak eşcinsel evliliklerin yapılabildiği, sperm bankası gibi bankalardan alınan spermlerle çocuk sahibi olabilmenin, taşıyıcı anneliğin ve akraba amca, dayı, teyze, hala ile evlenmenin kanunlarla meşrulaştığı Avrupa ülkelerinin ahlak kuralları bizim için ne kadar doğrudur. Ahlak kuralları toplumun düzeni ile ilgilidir. Aile hukuku aileyi, toplumu ve çocuğu korumayı amaçlar. Herkesin zina yaptığı bir toplum düşünelim bu kuralın suç olmasına karşı çıkanlar bile bu kuralın nasıl kendilerini koruduklarını anlarlar. Bu da insanın kendi nefsinde kendi yaptığı zaman meşru gördükleri bir olayı kendine yapılmasını istememesinden de kaynaklanır. Ülkemizde hukukun vicdan ve ahlak sorunu vardır. Acaba dışarıdan iktibas ederek aldığımız kurallar ne kadar bizimle örtüşmektedir. Hem Avrupa ülkelerindeki kanunlara hakim hem de bulunduğu coğrafyanın kültür ve ahlak anlayışına sahip etik değerleri olan sadece kuru bir hukuk bilgisine sahip olan değil aynı zamanda vicdan ve ahlak anlayışı olan toplumsal ahlakı korumayı hedefleyen hukukçulara ihtiyaç vardır. Bunlar sadece yazıda ve ya sözde kalmamalı uygulamaya geçiren bir tabirle idealist ahlakçı ve vicdanlı hukukçulara ihtiyaç artmaktadır. Açıkçası hukukçular diğer kişilere kıyasla manevi bir eğitimden geçirilmelidir. Ancak isterse kişi kendini de o manevi eğitimden geçirebilir ve sadece bilgi yüklemesi yaparak aklını doyurmak kadar vicdanını da o yüksek ahlak seviyesine çıkarmaya çalışmalıdır ki hukuk ahlak ve adaletle çatışma içinde olmasın. Bulunduğumuz coğrafyanın ahlak anlayışının önderleri Mevlana’nın ve Yunus Emre’nin dediği ve bize anlatmaya çalıştığı gibi ancak aşk bu yüksek ve güzel ahlakı sağlar. Aşk olursa vicdan en güzel ahlaka sahip olmaya zaten isteyerek yönelir ve hukukçular da o yüksek ahlak penceresinden daha adil ve doğru kararlar verir.
          Ahlak ve hukukun uyuşması gerekir. Ahlak aslında tektir. Ahlak kişiden kişiye, toplumdan topluma, çağdan çağa değişmez. Ancak insan kendi yaşadığı kadar ahlakı benimser. Bu da kişinin nefsiyle ilgilidir. Kötülüğü emreden nefsin peşine gidenler yaptıklarını meşrulaştırmak için aynısının başkaları tarafından da yapılmasını ancak kendilerine yapılmamasını isterler. Avrupa’nın demokratik hukuk devleti olma ilkelerini iktibas etmeliyiz ancak aile hukukumuzu onlara göre ayarlamamalıyız.
          Sonuç itibariyle hukuk ahlakla çatışmasını herkesin kendi yaşadığı kadar kendi penceresinden ahlakı tanımlamasından kaynaklanır. Ve o ahlak anlayışıyla karar verir. Kişinin nefsini tanımaması sebebi ile ahlak kişiden kişiye değişmekte olduğundan aynı konuda farklı kararlar çıkabilmektedir. Kişinin kendi bakış açısı ile verdiği kararlar ahlak kavramının içini boşaltmaktadır. O sebeple ahlak kanunlarla doğru olarak tanımlanmalı ve herkes benzer olayda aynı kararı alabilmelidir.
KAYNAKLAR
Öktem, s.65

C.C.Aktan,  Ahlak ve Ahlak Felsefesi

Yrd. Doç. Dr. Nihat BULUT Hak ve Özgürlüklerin Sınırlandırılma Nedeni Olarak Genel Ahlak

İsmail Kıllıoğlu, Ahlak Hukuk İlişkisi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı y. İstanbul, 1988, s.148

Bedia Akarsu, Ahlak Öğretileri I Mutluluk Ahlakı, İÜEF y., İstanbul, 1970, s.1

Hüseyin Hatemi, Hukuka ve Ahlaka Aykırılık Kavramı ve Sonuçları, Sulhi Garan Matbaası, İstanbul, 1976, s.27

Av.İnanç KARA Hukuk Dışı bir alan olarak ahlakilik y a da hukuksuz ahlaksızlık hali olarak Yeni Borçlar Kanununda Haksız Fiil Sorumluluğu